30 Aralık 2010 Perşembe

Ne Okuyorum? #14

"Şah & Sultan / İskender Pala"

20 Aralık 2010 Pazartesi

Pisi Pisi Kopatım !


Ne Okuyorum? #13


"Siliniş / Tess Gerritsen"

Edit:
Kitap yine çok sürükleyici, her Gerritsen kitabı gibi. Fakat gereksiz sayfalarla dolu sanki sırf kalın olsun diye yazılmış gibi. Kitabın ilk yarısını 3 sayfa ile özetlenebilirdi. İlk yarısı gereksiz, son yarısı muntazam.

Taraftar !



Sercan Yıldırım ve Volkan Şen'in Galatasaray'a transfer olacağı yönündeki iddialar ayyuka çıktı, bizim çok bilmiş taraftarımız başladı hemen "almayalım, iyi futbolcu değil, kazma, disiplinsiz" gibi sebeplerden dolayı istenmemeye.. Sanırsın elinde Nuri'ler, Gökhan'lar, Hamit'ler var..



"Servet+cüzi bi para ile şunu bunu alabiliriz"mişmişiz.. Bak sen!
Millet bizi bekliyor sanki Servet+cüzi bi para getirselerde en kıymetli oyuncularımızı versek diye..
Olmuyor işte öyle arkadaş! Sen alıcısın, adamlar tok satıcı.
Onlar gelip demiyorlar ki Servet'i verin şunu bunu verelim size diye.
Bursa'nın kasasında para gani, borçları kalmadı.
Zaten şampiyon olmadan önce bizim yıllardır 25 milyon taraftarımızla beceremediğimiz taraftar yardım kampanyasını yaptılar ve 1 milyon Bursa'lı ile becerip tüm devlet borçlarını sildiler.
Üstüne şampiyon olup, yayın gelirleri, puan gelirleri, fairplay ligi, sponsorlar, şampiyonlar ligi vs gelirleri ile borçsuz kasalarını doldurdular. Transfere de büyük para harcamadılar. Bize ne demeyin, bilin. Bilin ki adamlar Manisaspor gibi değil, Sercan'ı satmak istemezlerse satmama lüksleri var.
Oyuncuya istediği ücreti verebilecek paraları var yani. Adamlar tok satıcı, almak isteyen biziz.



Fenerbahçe, Beşiktaş piyasanın anasını ağlatmış, Bursa neden para istiyor diye sövüyorsunuz. İsterler. Biz de vermek zorundayız. Hem nedir bu para derdiniz? Başkanın yalancısıyım; Stad bitti, sponsorlar gani, GSBonus, GSSigorta, GSBilyoner, GSTV gibi muhteşem para kaynaklarımız var. Sercan dediğin adam Baros tarzına uyabilecek tek yerlidir. Batdal'dan da, Pino'dan da iyidir.
Volkan dediğin adam senin sağ kanat oyuncularının(Pino+Serdar+Aydın) tümünün toplamından daha fazla katkı yapar kanatta bize. Sevmeyebilirsin. Ama böyle.
Orada oynayan oyuncun Keita olsa, Ribery olsa almayalım. Serdar, Aydın vs. işte..
Volkan 15-16 yaşındayken Hagi oynasın diye B.Merinos'a gönderdi Bursaspor teknik direktörüyken. Ve Merinostayken bile her akşam idmanı sonrası Vakıfköy tesislerine gelip 1 saat özel çalışıyordu Hagi ile. İzliyordum. Hagi'nin istemesi çok doğal onu. Ki Haldun Üstünel de istemişti Volkan'ı.
Hemen hepimiz yerli oyuncu istiyoruz. Yabancıdan ziyade yerli transferler bekliyoruz. Bedava Mustafa Sarp alınınca da sövüyoruz, para ile Volkan alınınca da sövüyoruz.
Tam tamına 50.000 € için kaçırdık biz Gökhan Gönül'ü. Diretti Adnan Sezgin, vermedi 50.000 daha. Gökhan ağladı gelemedi diye. Sezer Öztürk için 100.000 € vermedik, adam bizim yüzümüzden huzurunu bozdu, kadrodışı kaldı, şimdi olsa da izlesek diyoruz!
Bugün de bir milyon için Volkan'ı Beşiktaş'a, Sercan'ı Fenerbahçe'ye, Emenike'yi Trabzonspor'a kaptırırsak, böğürmeye devam ederiz.



15 milyon € verip Hazard'ı alsak bayram yaparız çoğumuz değil mi? 5 milyon € Volkan'a kıyamayıp yerli oyuncumuz yok diye dövünüyoruz.
15 milyon € Hazard'a vermeyip, yeni bir Hazard olacak yetenekler keşfedebilir belki çünkü yabancı havuzu geniş, ama yerli sıkıntısı net işte! Çıkmıyor! Çıkanı da beğenmiyoruz.
O kadar etmez diyoruz, disiplinsiz diyoruz. Tutturulmuş bir Volkan disiplinsizdir gidiyor. Ne disiplinsizliğini gördünüz? Bunu da anlatın. Kendi takımınızdaki futbolcularımızın yaptıklarını da göz önüne alıp anlatın. Amerika'ya gitmişmiş.. Ee başka? Barlarda purolarla mı yakalanmış, Emniyet müdürünü ziyarete gidip bir arkadaşının tayinini mi istemiş, alışveriş merkezlerinde sigara ile mi yakalanmış, sokağa işerken mi yakalanmış, maçta ana avrat söverken kameraya mı yakalanmış, menajerlik mi yapmış, maçtan önceki gün sabah ezanına kadar ps mı oynamış, kamptan mı kaçmış, sarhoş mu gelmiş, magazin gündeminden mi düşmemiş? Ne yapmış bu çocuk da bu kadar disiplinsiz olmuş?
Disiplinli oyuncularımızı da izliyoruz.. Sonra dönüp disiplinsiz Lincoln'e, disiplinsiz Keita'ya, disiplinsiz Misimoviç'e bakıyorum da; disiplinsiz futbolcuya kurban olurum ben.
Kaliteli oyuncu istiyorum arkadaş. Bütün şaşal suları çalsın ama bizi bugünkü durumlara düşmekten kurtarsın. Volkan ilk 11 oynasın yada oynamasın. Daha iyisi varsa o oynasın. Ama rotasyonumda böyle oyuncular görmek istiyorum ben. Serdar çıkıp Aydın gireceğine, Hazard çıksın Volkan girsin oyuna. Ayhan çıkıp Batdal gireceğine, Nuri çıksın Sercan girsin, Emenike girsin. Şaşal sular feda olsun. Helin Avşar'lar feda olsun. Corvette'ler feda olsun. Bize ne?!

9 Aralık 2010 Perşembe

Reyiz !

Deplasmana gidek mi kanka?

2 Aralık 2010 Perşembe

Ne Okuyorum? #12


"Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer / Daniel Klein"

Felsefeyi mizah yoluyla, kolaylıkla anlayabileceğimizi kanıtlıyor. Çok eğlenceli, fıkralarla tamamlanmış anlatımlar var.

Yakaladım!

12 Ekim 2010 Salı

Anne Ben Kanser Oldum



Dün, kanser olduğumu öğrendim. Mesane kanseri. Cuma günü ilk ameliyata gireceğim.
Niye ben? Çünkü sigaranın dibine vurdum. Bile bile içtim. Şimdi mızmızlanmaya hakkım yok. Sülalede ilk ve tek kanser teşhisi bu. Yani öyle "benim ailemde yok, bende de olmaz" demeyin, bırakın zıkkımı. Bir de şu var ki mesane kanserinin dünya üzerindeki yaş ortalaması 65. Ben bu ortalamanın yarısındayım daha. Demek ki neymiş? "Daha yaşım genç, bana birşey olmaz" diye ihmal etmemek lazımmış. Her sigara içen bu illete yakalanacak değil ama ilk sebep o meret. Bilin.

İdrarda ve sonrasında gelen kan ile başladı herşey. Her zaman ki gibi boşverdim, üşütmüşümdür diye salladım. 15 gün sonra ikinci kere ve daha yoğun olmak üzere yine kanama olunca, Jeanne d'Arc zevcem ortalığı ayağa kaldırmış benden habersiz, sülale seferberlik ilan etmiş, yaka paça hastaneye götürdüler beni. İyi ki götürmüşler tabi. Sağolsunlar. Tahliller, bidon bidon kanlar, kültürler, röntgenler, ultrasonlar, endoskopiler, patolojiler.. Hepsi bizim için var. Nimet bunlar.
Velhasıl dün tanı koyuldu, sülalenin gelmiş geçmiş tek kanserlisi ben oldum. Gururluyum tabi.

Korku? Telaş? Gram yok yemin ederim. Aksine moral pek yerinde.. Herkes iyi davranıyor, yüzüme gülen arkasını dönünce ağlıyor, biliyorum. Sevildiğimi biliyorum zaten de bunu iliklerine kadar hissetmek apayrı manevi krallık sağlıyor bünyeme. Hastalığımı küçük yansıtmaya çalışıyorlar bana karşı, ameliyatımı tırnak kesme noktasına minimize ediyorlar kafama takmayayım diye. Yemezler yavrular. Neyin ne olduğunu biliyorum. Hergün kanserli cenazeler geçiyor elimden, önümden, imzamdan.. Ama şu var; korkmuyorum. Ne hastalığın adından, ne düzeyinden, ne de ölümden.. Ölümün bilincinde olan insanım ben. Hem yeneceğim ben bunu. Beraber yeneceğiz. Aslında uyuz olurum böyle braveheart cümlelere ama bu seferlik dedim işte.

Ne olursa olsun buralardayım.. Başıma bir iş geldi, ağlarım zarı zarı demedim. Şuna biat ettim;
"Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn"
Başınıza bir musibet isabet ettiği zaman, Allah'tan geldik ve ona döneceğiz deyin.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Hz. Arap Şükrü


Düğünden sonraki gün, düğün misafirleriyle (ki kendileri eşimin kuzenleri olur, pek severim) yorgunluğumuzu atmak maksadıyla Hz. Arap Şükrü ziyareti yaptık. Deniz Tabağı'na kapak attık.
Nereden baksan 9-10 ay olmuş kanıma alkol karışmadığı.. Sene-i devriye yapmamak lazımdı..
Herneyse, dışarıda oturacaktık sigara sebebiyle ama hava da serin.. N'apsak ki diye düşünürken, garson dedi ki "Beyler, sizi yukarı alabilirim.. Başbakan bugün teftişe gelmeyecekmiş, sigara içebilirsiniz içeride" İçim kıpır kıpır oldu. Normalde "höst ne bu ukalalık" diye çıkışabiliteye sahip bir yapım var ama işime gelince ses etmedim tabi. İnsanoğlu, yavşak işte. Beşer, yavşar. Çıktık üst kata, güzel bir masa.. Kuruldum köşeye, garsona dedim Türk büyüklerini say.. Dedi hay hay; Tekirdağ, Yeni Rakı, Efe Rakı, Kulüp Rakı, Boğmaca Rakı vs vs.. Siparişimiz dedim; Tekirdağ'ın Altın Sarısı.. Büyük olsun.. İki de çay..
Masada 5 kişiydik ama 3 türdük; Sofiler, Anti-Sofiler ve Ben.. Damadın şerefine içmeye gittik ama damadın sofi damarı tuttu. Diğer sofican da küçük kayınbirader; o daha küçük Behlül..
Bir büyük muhabbetle bitti.. Kalkarız falan derken, fasıl grubu geldi, kuruldu yanımıza.. Masadakiler, ben hariç Ankara'lı tabi.. Ankara koçları kapı gıcırtısına bile oynuyorlar.. Kalkılır mı oradan şimdi? Fasıl vurdukça coştuk, bir şişe, üstüne bir şişe daha.. Arada istek şarkılar.. Bir ara baktım Udi Zeki Müren, kemancı Bülent Ersoy, darbukada Ankaralı Namık falan.. Gözümü ovuşturdum, geçti.. İstek yapıyoruz, telefonla istek yaptığımız kişiye dinletiyoruz. Benim zevcem için isteğim belliydi tabi; "Ankara Rüzgarı"

Pembe küçük dudağın, söyledi şarkımızı
İndi bahar Ankara'nın sisli yamaçlarına
İçli sesin ah ne kadar açtı gönülde sızı
Her gören ağladı kalbimi bağladı dalgalı saçlarına

Söyledim aşkımı ben Ankara rüzgarına
Olmadı kaldı benim her hevesim yarına
Her gören agladi kalbimi bağladı dalgalı saçlarına

Önce biraz gülecek kalbe ümit katacak
Söz verecek gelmeyecek hep seni kandıracak
Sev diyecek sevmeyecek belki de ağlatacak
Boş yere ağlama kalbini bağlama Ankara kızlarına


Ben de keman sesi duydukça sanki daha dağılıyorum. Alkol ile birleşince felaket etki ediyor.
Ama yine de dimdik çıktım oradan. *Taksiye bindik. 5 kişi olduğumuzdan, öndeki tek koltuğa sofileri attık. Ben de arkada ortada kaldım. Sıkıştığım için kolları yanıma koyamadım, öne koydum, boşta kaldı yani.. Taksi hareket edince boşta olan ellerim, o an ki boş beynimin etkisiyle, önümde gördüğüm taksici ve sofilerin yan yana dizilmiş 3 kafaya, daha doğrusu saç döngülerine gitti. Başladım bunların saç döngülerini parmaklamaya sırayla.. Tam şoförün saç döngüsünü parmaklıyordum ki, elimi tuttular. O an gülme krizi yaşadık biz arkada.. Ve dağıldım.. Düğün evine geldik, önüme gelenin saç döngüsünü parmaklamışım.. Kayınpederin saç döngüsünü parmaklayacakken tutmuşlar beni, gerisini de hatırlamıyorum :) Hoş bir geceydi, düğünün yorgunluğunu attık. Arada bir dağıtmak lazımmış böyle.
İş bu geceyi, Ertesi gün fazla cenaze çıkarmayarak, beni yormayan Azrail'e hediye ediyorum..

*
Sosyal mesaj: Alkollü araç kullanmayın

Bir Yastıkta !

Yoğun bir haftasonu geçirdim.. Yorucu ama iyiydi.. Kayınbiraderi evlendirdik.
Şehirdışından kız almak zor zanaatmış ama.. Yorulduk..
Küçük kayınbiraderin kulağına küpe olsun bu da.
Hem kuzenlerinin, hem benim tüm ikazlarımıza rağmen, evlendi.
Evlat dedim, yapma. Bak ben en yakın örneğim sana. Bana bir bak..
Evlenene kadar neydim, evlendim ne oldum en net sen gördün. Yakma kendini dedim,
Al Paçino edasıyla döndü bana dedi ki;
"Enişte, hatırlar mısın bana bir mail göndermiştin..
Evlilik iyidir.. Karın iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursun demiştin,
işte ben de gözümü kararttım, evleneceğim" dedi, evlendi.
Engelleyemedik efendim.
Neticede verdi yularını artık.. Vuslata erdi.. Genç çifte "başarılar" diliyorum :)

21 Eylül 2010 Salı

Ne Okuyorum? #11


"Cennet / Dante Alighieri"

17 Eylül 2010 Cuma

Ne Okuyorum? #10


"Hercule'ün On İki Görevi / Agatha Christie"

16 Eylül 2010 Perşembe

Obez Kedi


Şeker obez olmuş.. Tam 7,1 kg..
45 gün önceki kontrollerdeki ağırlığı; 6,2 kg

Veteriner söyleyince kabullenemedik, türlü savunmalara geçtik;

-Ama onun kemikleri iri?
-Ama o tek yavru olarak doğdu?
-Annesini çok emmiş?

Veterineri sebzeli diyet mama veriyordu, yemez dedik.
Gramaj ile besleyeceğiz o halde dedi.. Yandın evlat!

Sonuç ortada işte.. Mama kabı silme dolmadan yemeyen kedi, şimdi gramla besleniyor :)
Egzersizlere de başlatacağım.. Führer'in olacağım Şeker!

Ne Okuyorum? #9

"Bozkırın Sırrı / Ahmet Turgut"

12 Eylül 2010 Pazar

Demos-Kratos

Referandum süreci benim açımdan zor geçti. Çok düşündüm, çok tarttım..
Sağıma, soluma baktım, hemen her değişik fikirdeki siyasilerle konuştum..
Birine "neden evet?" diye sordum, diğerine "neden hayır?" diye sordum..
Sonra biraz da kendi fikirlerime sorayım dedim.
Her partinin kendi sebeplerinin bulunduğu kitapçıkları okudum.
Yine emin olamadım, olduğu gibi tüm paketi okudum..
İki seçenek de beni %100 tatmin etmedi. Oyum kesin şöyle diyemedim.
Hayırda da hayır gördüm, evetde de hayır gördüm.
İki seçeneği de benimsedim, iki seçeneğe de karşı çıktım.
Sandığa gittim, hâla kararsızdım.
Kararsız seçeneği olmadığı için, sandık başında eşime sordum, ne dediyse ona bastım mühürü.
Aile içi oligarşi.. Kadın haklı beyler..
Anlayacağınız sabit fikir sahibi biri olarak değil aşağıdaki böğüreceğimin sebebi..
Bunları neden anlattım? Şu yüzden;

Halk "evet" dedi..
Bir grup aydınlık dilencisi (Belgarath başkan sağolsun) hortladı;
"görgüsüzler, cahiller, köylüler, aptallar, salaklar" diye..
Durmadılar, "Aziz Nesin az söylemiş, bu milletin %58'i aptal" dediler..
Daha da yetmedi, "Bir avuç aydın azınlık kaldık" dediler..
Höst bre! Bu ne yavşakça bir düşüncedir yahu! Resmen sapıklıktır bu.
Ey dilenci, bir düşün bakalım halkı oluşturanlar kimdir? Aydınlığın kriteri nedir dilenci?
*Neye göre sen aydınsın da, diğeri cahil? Küresel ısınmaya bile evet ama sana hayır dilenci!
*Neye göre sen zekisin de, diğeri aptal? Bireysel silahlanmaya bile evet ama sana hayır dilenci!
*Neye göre sen ülkeni sevensin de, diğeri ülkeyi satan? Çelik bile değişti, sen değişmedin dilo :(

Hani nerede kaldı senin demokrasi anlayışın dilenci?
Demokrasi kendi isteklerin seçilmediğinde fos mu çıkıyor yoksa?

Halk türküleri çığırırsın, adına halk müziği dersin, ama halkın tercihine saygı duymazsın be dilo..

Benim köylü halkım başımın üstündedir dersin, benim işçi halkım eziliyor dersin, sonra o güruha "köylü, ezik, cahil" dersin.. Ey melekler meleği, söyle bana kimsin sen dilenci?

"Her topluluk layık olduğu şekilde yönetilir" sözünü düstur alırsın, iş buna kaldığında kabullenemezsin.. Git, kendini çok sevdirmeden dilocan..

Aysun Kayacı "dağdaki çoban ile benim oyum nasıl bir olur" deyince hümanist halkçı tavır takındın, ama bugün sandıktan evet çıkınca "okuma yazma oranı/oy paylaşımları" analizleri yaptın.. Sen hangi bokun lacivertisin be dilo?


Bu aydınlık dilencileri 364 gün çobanlar hakkında türküler besteler, şiirler yazar, başımızın üstünde derler, ama geri kalan 1 gün kendi oylarıyla eşit oy hakkına sahip olmalarını hazmedemezler.. Kırmızı sana çok yakışıyor be dilenci :(

Sosyalist futbolcu Metin Kurt ve Marksist futbolcu Ivan Ergiç için methiyeler düzersin, Suat Kaya ve Hakan Şükür safını belli edince defterden silersin.. Yatacak yerin yok senin dilenci :(

Senelerce Sezen Aksu dinledin, baş tacı ettin, onunla yattın, kalktın, ağladın.. Ama Sezen Aksu referanduma "evet" diyeceğini açıklayınca hayatından çıkarttın.. Bu da mı gol değil be dilenci :(

Bak yağmur başladı.. "Evet" veren cahiller şu yağmurun seline kapılıp gitsin bu memleketten istiyorsun değil mi dilenci? Haydi itiraf et dilo, yağmurun sesine bak dilo, sindirime davet ediyor.

Dünya üzerinde demokrasi ile yönetilen ülkelerin yaşadığı seçim sonuçlarını sindirmesini arastırmadan evetçileri "mantıksız çoğunluk", hayırcıları "mantıklı azınlık" ilan ettin..
Selvi boylum, al yazmalım, dilencim.. Sen teksin :(


Rahşan Ecevit bile Mhp ile koalisyonu sindirdi ama sen bu referandumu sindiremedin dilenci.. Hiiiç anlatamadın, hiiiç anlamadılar be dilocan :(

Sonuç ne çıkmış olursa olsun, misal hayır çıksaydı ve yukarıdaki cümleleri diğer grup dilencileri söyleseydi de aynı tepkiyi verirdim. Demokrasi bu kadar kişisel algılanmamalı.

Değinmeden geçemeyeceğim ki;
Meydanlarda, "oy vermemek Akp'nin ekmeğine yağ sürmektir" diyen bir sevgili genel başkanın
"oy verememesinin" izahı yok. Buna dilenciler bile gülüyor. Yine de seni sevmiyorum dilenci :(

4 Eylül 2010 Cumartesi

Dilenci


Bir dilenciydi o. Kısaca "Dilo" derlerdi ona. İnsanlık dileniyordu. İnsan olmak onun için bir sıfat değildi sadece, hayatın anlamıydı. Yaşama sebebiydi. Herkes önce insan olmalı, bundan feyz almalı, düstur edinmeli, aldığı nefesi bile buna göre almalıydı. Herşeyin önünde olmalıydı insan olmak. Bu dünyaya geliş sebebiydi herkesin. Her Adem oğlu, her Havva kızı doğduklarında insanımsıydı. İnsanımsı olarak başlamıştı herkes dünyaya. İnsan olmanın da gerekleri vardı şüphesiz. Kuralları olmalıydı bu işin. Kuraltanımaz kişi insan olamazdı onun ölçülerinde zaten. Diğerlerini sevmekti bu kuralların en birincisi. Diğer kurallar bunu takip ederdi. Onları tanımaktı ikincisi. Onları mutlu etmekti üçüncüsü ve onları mutlu ederek mutlu olmaktı dördüncüsü, onları düşünmekti beşincisi... Uzayıp giderdi bu silsile. Ama insan olmanın ana teması hiç değişmezdi; mutlu etmek ve mutlu olmak.
Yaratıcı her kimin inandığı her kim ise, ya kozmik güç, ya allah, bunu öğretmek, bunu yaşatmak için var etmişti insanımsıları herhalde. Böyle olmalıydı, kesin böyleydi ona göre. Kural kitabına yazmıştıya dilenci; sevmekti ilkin. Herşeyi sevmek, sevmeyeni de sevmekti insan olmak. Dilo'nun da kalbi vardı. Bir kalbe tutulmuştu o da. Ceren (ceylan yavrusu) gibi ürkek, kendisini koruyamamaktan korkan, ceren gibi güzeldi bu kalbin sahibi. Ceylanların kraliçesiydi hatta. Yani, Cerenlerin Ece'si.
Adını sormaya bile gerek görmemişti Dilo. Cerenlerin Ecesi onu tanımlıyordu zaten. Cerenlerin Ece'sinin kalbi taştı, aklı karışıktı velakin. Dışarıdan görünen ürkek ceylan yavrusu, kendi içinde kara kalpliydi. Kötü değildi, ama sertti, kibirliydi. Yaşamın sebebini hep başka yerde aramıştı. Yaklaştırmıyordu yanına. Süzüldü dilenci, yaklaştı yanına. Ama ne gam! Kalbini kapatmıştı ona yavru ceylan. Sevemem diyordu seni ve bahaneler buluyordu: "Sen iyisin Dilo, çok iyisin. Nimetsin, bilirim beni hiç üzmez, incitmezsin. Ama yetmez.. Sen dilencisin, ben ceylan yavrusu. Sen Dilo'sun, ben Cerenlerin Ece'si. Hiç beraber olabilir miyiz, hiç yakışık alır mıyız, bizi birbirimize yakıştıran olur mu, aklın kesiyor mu buna? Sen de ileride benim kadar alımlı, benim kadar güzel olabilir misin ki hiç? Davul dengi dengine çalmaz mı Dilo?" Bu son cümleye kadar umutsuzluk içindeydi ama son cümle yeşertti tüm umudunu. Onlar davul değil, insandı. Davul varsın dengini çalsındı. Onların denk olmasına gerek yoktu. Kimin ne diyeceği de önemli değildi. Cerenlerin Ecesi neden böyleydi bilmiyordu ve sorgulamayacaktı sebebini ama ona yardım etmeliydi. Kurtarmalıydı karanlıktan. Neden ona tutulmuştu ki bunca kendisini üzmeyecek, insan olmuşlar varken? Bilmiyordu ama bunu ilahi bir işaret olarak algılamış, kendini onun kurtarıcısı rolüne bürümüştü. Ve gerçekten sevmişti onu. O sevgi ki, sevmeyenin taş kalbini yumuşatacaktı. Zordu bu, ama olacaktı. Olmalıydı. Sevmeyen de insan olmayı hakediyordu. Ona yardım edecekti, o da insan olacaktı böylece. Çünkü onun insan olandan bir farkı yoktu yaratılışta. Her ikisi de insanımsı doğmuş, biri insan olmuş, biri olamamıştı. Onun da aklı ve kalbi vardı. Sadece aklı karışık, kalbi taştı. Dilenci bilirdi ki, dünya döngüsünde taşlar yağmurun ve rüzgarın işe koyulmasıyla, zamanla parçalanır, saflaşır ve kum olurlardı. Dilo bunları bilecek ve bunlardan anlam çıkaracak kadar bilgiye sahipti. Çünkü insan olmanın kurallarından biri de, düşünmekti. Diğerlerini mutlu edebilmek için düşünebilmek de şarttı. Bu düşünebilme yeteneği bir erdem değil, doğal bir vergiydi zaten. İş bu düşünebilme yetisi, taşı kuma çevirebileceği fikrini vermişti dilenciye. Geriye sadece dilencinin rüzgar ve yağmur olabilmesi kalıyordu. Bunu başaracağına inanmıştı Dilo.
Dilo, Cerenlerin Ecesi'nin sözlerinden, şeytanı anımsamıştı. Çünkü Dilo'nun içini bile bile, insanlığını göre göre başka yönlerine isyan etmişti. Tıpkı şeytanın, kendisini yarattığını bildiği tanrıya, bir başka yarattığına secde etmesini istediği için isyan etmesi gibi. Ve bu isyana tanrının da rıza gösterdiğini zira rızası olmadan isyan edemeyeceğini de bile bile isyan etmişti..
İşte böyle ilginç bir şekilde başlamıştı -insan olması için yaratılan insanımsıların atası- Adem'in hayatı. İnsan olmak o yüzden zordu. Aynı şeytan gibi, Dilo da biliyordu ki, kendilerini insan olabilmeleri için yaratan, isteseydi zaten insan olarak yaratabilirdi. Ama insan olmayı kendileri becersin istemişti yarattıkları. Dilo bu durumu bir sınav olarak görüyordu ve insanlık okulundaki bir sınıf başkanı ve sınıfın en insanı olarak, bu sınavda zorlanan insanımsılara kopya vermeliydi. En etkili kopyayı en yakınındakine verebilirdi. En yakınındaki de kalbindeydi; Cerenlerin Ecesi. Yağmur ve rüzgar olup taş kalbini kum ederek, onun bu sınavdan geçmesini sağlamalıydı. Olmadı, yapamadı. Kopya verirken yakalandı, okuldan atıldı. Bunu da beceremedi dilenci :(

10 Ağustos 2010 Salı

2018

16 Temmuz 2010 Cuma

Yorumsuz




Pamuk


Bir gariban öldü. Parçalanmış bir hayattı onun hayatı.
Yüzüne baktım yıkandıktan sonra, meymenet yoktu.
Kaşları, benim martı kaşlarımın tersiydi. Küçük Emrah gibiydi.
17 yaşındayken kaçırdığı kızla evlenip, 60 yaşına gelince boşanmak...
Neydi ki bunun sebebi? Aralarındaki ten uyumu mu bitmişti?
Yada elektrik mi alıp veremiyorlardı artık, kablolar mı kopmuştu?
Neydi son nefesini verirken, yanında sadece Azrail'i görmenin sebebi?
Neden yatakta değildin de bir sokak köşesinde üstünde çaputlarla bulundun?
Sordum, söylemedi. Söyleyemedi, utandı belli ki.. Ama oğlu söyledi işte;
"Altılı tutturdu abi, sevindik artık paramız var diye. Ama o önce annemi boşadı"
Sonrası malum, her kırkından sonra azanın düştüğü durum işte:
Parayı 43 sene sana saçını süpürge eden insan ve çocuklarınla değil de,
sana 4 saat zevk yaşatanlarla yedin, bitirdin. Sonra kendin de bittin.
Utanmadan bir de öldün, benim önüme düştün. Ehh o zaman affetmem;
"Cafeeerrr! Pamuğu bol kullan ulan!"

Ne Okuyorum? #8

"Şair / Michael Connelly"

Arka kapaktan:
"Ölüm, gazeteci Jack McEvoy'un işidir. Başkalarının acısını kullanarak yazdığı yazılar ona ün ve para kazandırmıştır"


Benden: Sevdim bu adamı şimdi.. Meslektaş olmasak da, işimiz benzer.. Tuttum bu kitabı..

Frappé

Ev hanımlarına nazire yapasım geldi. Tarif vereceğim.
Kahve sevenler için, bu sıcak yaz günlerinin ilacı...
5 senedir her yaz favori içeceğim olan bu mereti kim keşfetmiş bilmiyorum.
Yunanlılar 50 yıldır kullanıyor bunu, Zeus'un keşfi diyorlar, içiyorlar. Bizim zemzem gibi.
Bahse konu besinimiz, günün, haftanın, ayın, mevsimin içeceği; Frappé


Malzemeler;

  • 1 tatlı kaşığı Nescafe Frappé veya Nescafe Cool (Nescafe Classic de olur, ama Gold olmaz)
  • 1 çay bardağı süt (İnekten olacak)
  • 1 çay bardağı su (Temiz olacak)
  • 1 yemek kaşığı toz şeker (Frappé sade olmaz. Şekersiz seviyorsan, tatlı kaşığı ile koy)
  • 5 küp buz (Soğuk:)
  • 1 yemek kaşığı dondurma (Bu da soğuk olsun)
  • 1 uzun cam bardak (Bira bardağı gibi uzun olsun. Zemzem bardağı olmaz)
  • 1 Shaker. (Shaker yoksa, 1 litrelik şişe de olur)
  • 1 baş pipet (Hüp diye içine çekebilmen için. Olmazsa olmaz)


Yapılışı;
  • Benim tarifim biraz eziyetli ama netice de bu eziyete değecektir.
  • Sütü ve suyu ısıtarak blendera dök.
  • İçinde kaynar su ve süt bulunan blendera nescafe, şeker ve dondurma ekle.
  • Bu karışımı çırptıktan sonra shakera veya şişeye dök ve köpürene kadar çalkala.
  • Şişeyi buzluğa koy. 10 dakika sonra buzluktan al ve çalkalamaya devam et.
  • Çalkala.
  • Çalkala.
  • Sus ve çalkalamaya devam et.
  • Tamamen köpüğe dönüşene kadar çalkaladıktan sonra, uzun bardağa dök.
  • Buz küplerini blender veya rondodan geçir ama dikkat et su olana kadar değil.
  • Küçük parçalar haline dönüşen buzu uzun bardağa ekle ve pipeti bardağa sok.
  • İsteğe göre bardağınızın üstüne sıvı krema da sıkabilirsiniz.
Keyifle soğuk içiniz, bana dua ediniz.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Ne Okuyorum? #7

"Kandaki Tel / Val McDermid"
Blog Widget by LinkWithin