4 Ağustos 2012 Cumartesi

Ne Okuyorum? #30


"5. Kurban / Jane Casey"

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Ne Okuyorum? #29


"Cinayet Nedeni / Patricia Cornwell"

4 Haziran 2012 Pazartesi

Ne Okuyorum? #28

"Bay Katil / Dean Koontz"

4 Mayıs 2012 Cuma

Ne Okuyorum? #27


"Soğuk Korku / Karin Slaughter"

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Play-Uff

Fenerbahçe lig düşecek > Fenerbahçe'nin puanı silinecek > Şampiyon olamasak da CL'ye gideceğiz.
Bu söylemler hem şike süreci hem de transfer sürecini kapsıyor.
Yani bu süreç temmuzda değil de eylülde başlasaydı, Fatih Terim'in elinde bugünden çok daha geniş, iyi bir kadro olurdu.
Neler oldu hatırlayalım;

*Transferlere hızlı girileceği bizzat başkanın ağzından duyulduktan sonra gelişen bu süreçte en büyük ve muhtemel kuvvetli görünen rakibimizin küme düşeceği / puanı silineceği / psikolojik erozyona uğrayacağı düşünülerek nasıl olsa şampiyon oluruz, para harcamayalım mantığıyla frene basıldı.

*Ligin ilk yarısı başladı ve çoğu yeni ve kaliteli transferlerle giderek oturan takımımız pek çoğumuzun beklemediği şekilde iyi oynayarak liderliği aldı, şike sürecinden etkilenen rakibimiz bocaladı. Biz, medya ve hatta rakibimiz bile devre arasından sonra şike cezaları beklenmeye başlandı. Fakat MAA federasyonunun çelişkili açıklamalarından sonra hocamız ceza infazlarından umudunu kesmiş olacak ki ilk kez basın önünde "PlayOff diye birşey çıkardılar, ne kadar avantajlı girersek o kadar avantajımız silinecek. Devre arası transferlerini başarmak dünyada pek kolay olmuyor ama devre arasında mutlaka kaliteli ofansif oyuncular takıma katmamız gerekiyor" sözleriyle transfer istedi.

*Başkanımız "hocamız liste verir, hallederiz" dedikten bir süre sonra devre arası yaklaşmışken, TFF'nin cezaları UEFA zoruyla PlayOff karşılaşmalarından önce infaz edeceği hem basın hem TFF tarafından söylendi ve yine transferden vazgeçildi. Çünkü rakibimizin cezası infaz edilecekti ve playoff grubunda olamayacaktı. Böylece işimiz kolaylaşacak ve şampiyon olacaktık, transfere para harcamaya gerek yoktu. Şampiyonlar Ligine gidince, yani sene sonundaki transfer döneminde harcarız mantığına büründük.

*TFF ve siyaset gayet kaypak politikalarla rakibimizi play-off grubuna soktu. 9 puanlık fark bir mağlubiyet ile 2 puana indi ve iş senelerdir galibiyet alamadığımız ortama kalıyor gibi görünüyor. Ve başkanımızdan bir açıklama geliyor: "Olsun, şampiyon olamasak bile şampiyonlar ligine biz gideriz çünkü Uefa rakibimizi almayacak"

Benim gördüğüm süreç bu. Diyelim ki Allah korusun şampiyonluğu kaybettik. Farazi konuşacağım ama olmaz olmaz değil; TFF gelecek sezon Fenerbahçe'nin puanını sileceğiz, -12 puanla lige başlayacaklar ve ağır para cezası vereceğiz dedi. Uefa da bunu yeterli gördü ve CAS davasının geri çekilmesidir, odur, budur derken bu seneyi lider bitiren Fenerbahçe'yi şampiyonlar ligine direkt aldı. Lig ikincisi bizi ise ön eleme bekliyor. Bu zihniyetin "ön elemeyi geçip gruplara kalalım da acaip transferler yapacağız, göreceksiniz" demeyeceğini ve misal bir Steaua Bükreş faciası* yaşamayacağımızı kim garanti edebilir?

Evet bu son paragrafım çok fazla teori içeriyor ama ne yazık ki ben bunlara alıştım. Olursa şaşırmam, olmazsa sevinirim. Transferler üzerinden örnek verdim ama anlatmak istediğim olay transfer fetişi değil. 8 yeni transferimiz var oynayan, bu bir sene içinde kadroya tutturulabilmiş çok önemli bir rakam ve başarıdır. Yetmez ama evettir. Hocamızın ofansif futbolcu yetersizliğinden dem vurduğu anlarda Shaqiri olmadı ama Yiğit'i aldık demektir. Sen Fatih'sin büyük düşün, Yiğit'i de Shaqiri yaparsın demektir. Sene başından beri Baros yetmiyor santrafor alalım isteğine Drogba, Berbatov gösterip Sercan ile karşılık vermek ve sen adam edersin demektir.
Başkanımızı insan olarak çok sevdim. Belki bu yukarıdaki eleştirilerim onun fikirleri değil, yönetimin akıl vermeleri de olabilir fakat sorumluluk başkandadır. Hocaya da, bize de bazı sözler verip sonra bunlardan "rakip zayıflayacak" diye vazgeçmesinedir sözüm. Yoksa biz geçmişte ne 3 yıldız sözleri gördük, zaten yoktular.

*Steaua Bükreş faciasının yapılması kesin olan forvet ve kaleci transferinin önelemeyi geçip daha iyilerini alabilmek için geciktirilerek bir faciaya dönüştüğünü düşündüğümden bu örneği verdim.

26 Mart 2012 Pazartesi

Erken Boşalma


Erken boşalma sorunu var gözlerimde bu ara...

Galatasaray kazansa, takım ruhu var diye ağlıyorum...
Kazanamazsak, son dakika kaçırdıklarımıza hayıflanıp ağlıyorum.

Cinai roman okuyorum, önce maktule ağlıyorum...
Katille empati kuruyorum, onu anlıyorum, yakalanıp hüküm giyince ağlıyorum.

Camdan bakıyorum bahar gelmiş, hayat güzel diye ağlıyorum...
Hakkıyla yaşayamadık şu hayatı diyor ağlıyorum.

İçsem ağlıyorum, içmesem ağlıyorum.
Yazdıklarımı okuyunca hoşuma gitti, bak yine gözyaşım geldi.

Yurdum insanı farklı mı sanki? (Sosyal mesaj vermeden olmaz)
Erkekler ay başı gelmedi diye ağlıyor, kadınlar ay başı gelince ağlıyor.



25 Mart 2012 Pazar

Ne Okuyorum? #26


"Psikopat / Tami Hoag"

Edit: 
Kovaç-Liska serisinin üçüncü kitabı. Son dönemde iki Tami Hoag kitabı okudum, ikisi de vasatın kesinlikle üstünde. Evet biraz klişeleri var ama Harry Bosch türü dedektif sevenler bu Bosch yokluğunda biraz hasret giderebilirler. Bilhassa Psikopat iyi kurgulanmış güzel bir polisiye olmuş. İki kitaptanda edindiğim izlenim Minnesota Polis Teşkilatı evlere şenlik, ne kadar kırık varsa orada. Paranoya'ya göre boşa yazılmış sayfa sayısı da az :) 8/10

10 Mart 2012 Cumartesi

Ne Okuyorum? #25


"Geri Dönüş / Harlan Coben" 

Edit: 
Myron Bolitar serisinin dördüncü kitabı. Müthiş sıcak, akışkan bir Harlan Coben klasiği ve oha dedirten son. Spoiler vermemek adına yorumu uzatmıyorum. Kitabı öneriyorum. 8/10

3 Mart 2012 Cumartesi

Ne Okuyorum? #24


"Paranoya / Tami Hoag"

Edit: 
Yazarla tanıştığım kitap, Kovaç-Liska serisinin ikinci kitabı. Minnesota polis departmanı içindeki gay polisler, gelişmeler, anılar ve olaylar, yani polisiye polislerin içinde geçiyor. Birincisini okumamak tanımlarda sıkıntı yaratmadı. Kurgusu iyiydi. 500 sayfalık kitabın ortasından 100 sayfa yırtılsa iyi olurdu. Hızlı başladı, ortalarına doğru akışkanlığı azalsa da, sonu yine tutku bisküvi içindeki krema kıvamında akıcıydı. Klişeler vardı ama rahatsız etmedi. Prag mezarlığı tecrübemden sonra buram buram polisiye iyi geldi. 7.5/10

20 Şubat 2012 Pazartesi

Ne Okuyorum? #23


"Prag Mezarlığı / Umberto Eco" 

Edit: 
Bundan daha uygun bir görsel bulamazdım herhalde. Zira hiç ilgimi çekemedi kitap. Hatta başlık da "Ne Okuyamıyorum" olabilirdi. O derece ısınamadım. Yarıda bıraktığım ender kitaplardan. Okuma grubumuzda da %50 başarılı, %50 başarısız bulundu. Umberto Eco değerli bir abimizdir, saygısızlık olmasın diye "Sorun sende değil, bende" diyerek kütüphanemin ücra yerlerine yolluyorum. Oy bile vermiyorum. Hıhh!

5 Şubat 2012 Pazar

Ne Okuyorum? #22


"Pus / Karin Fossum"

Edit: 
Hayal kırıklığı yarattı. Sürükleyicilik açısından bir nebze iyi başlasa da, akışı bile zorlamaydı. Sonunda bir çok konu açıkta bırakıldı ve bu hiç tasvip etmediğim bir şey. Bir nevi okuyucuya alternatif son bırakılmış, adını sen koy denmiş. Bir polisiyenin en can alıcı ve zor kısmı sonunu bağlamak olduğu halde, yazar bu yükü okuyucuya taşıtmaya çalışarak altından kalkmaya çalışmış ama becerememiş. Nitekim hazırladığı alternatif sonlarda bile gereğini yapmamış ve çözülmemiş çok fazla soru bırakmış. 10 üzerinden puanladığımda kitaplara minimum 5 verdiğimi hatırlatarak, bu kitaba 6/10 veriyorum ve önermiyorum.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Ne Okuyorum? #21


"27. Kemik / Jonathan Nasaw"

Edit: 
Biraz kalıplar içinde sıkışmış (huzurlu ortamda peydah olan seri katil ve yardım istenen emekli fbi ajanı) ama anlatımı keyifli bir kitap. Polisiye kitaplarda gizem arayanlar için hayal kırıklığı yaratabilir zira katil ilk sayfalardan itibaren belli. Zaten polisiyeden ziyade macera kalıbına oturtabiliriz. Akıl yürütmemize pek imkan sağlamıyor, bizi meraklandırmıyor ama buna rağmen biraz da erotik edebiyatındaki başarısıyla sürükleyiciliği elinde tutuyor. Bu gayet başarılı ve zor bir iş. Öyle ki bir ara kitabı Can Yayınları'ndan mı çıkmış diye kontrol ettim :)
Kitap kendini inatla illa polisiye olarak sunacaksa, tekdüzeleşmiş polisiyeme bir çeşni oldu der, saygı duyarım. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, edebiyatını sevdim ve diğerlerini de okumak isterim. 7/10 verip tavsiye ederim.

17 Ocak 2012 Salı

Ne Okuyorum? #20


"Şah Mat / Mario Mazzanti"

Edit: 
Quantico'nun davranış bilimlerinden esintiler taşıyan İtalyan suç psikiyatrisi önderliğinde biraz kompleks cinayetlerin içinde kalmış bir gazeteci ve polis teşkilatı. Kişi tanıtımlarındaki gereksiz fazlalıklar sayfa arttırmak içinmiş.
Her ne kadar İtalyan isimlere alışamasam da sürükleyicilik adına 8 puan, biraz zorlama olan sonu için de 7 puan veririm.
7.5/10 alarak sınıfı geçer, tavsiyemi hakeder.
Blog Widget by LinkWithin