20 Eylül 2009 Pazar

Tebrik

Şeker Bayramı, Ramazan Bayramı..
Çocuklar için, Yetişkinler için..
Sana göre süt, Bana göre çikolata..
Kutlu olsun, Mübarek olsun..
"O eski bayramlar" gibi huzur ve heyecanla geçsin..

17 Eylül 2009 Perşembe

Kapak !

TV ekranlarında hep aynı haber: Cem Garipoğlu yakalandı
Hatta Müge Anlı zibidisi ekranın altındaki "teslim oldu" yazısını, hafifletici sebep olur diyerek değiştirtiyor rejisine. Sonra "teslim oldu" yazısı, "yakalandı" olarak değiştiriliyor..

Bu ülkenin hukuk düzeni o kadar mal yani değil mi Müge zibidisi? Seni izleyen hakim etki altında kalıp hafifletmeyecek Cem'in cezasını.. Çok yaşa e mi Müge.

Ne yakalanması yahu? Konduramıyorsunuz apaçık teslim olmasını. Nefret ediyor olabilirsin, ama haberciysen objektif olmak zorundasın kardeşim. Yok ben olamam objektif diyeceksen, o işi yapmayacaksın!

Cem oğlanı şöyle diyor ifadesinde: Korktuğum için değil, babam suçsuz yere hapiste, ona üzüldüm. O yüzden teslim oldum.
Bunun açılımı şu: "Ben teslim oldum. Teslim olmak istediğim için teslim oldum. Ben teslim olmasam nah yakalardınız"
Kavgada söylenmez bu cümle.. Koskoca emniyet teşkilatına bir kapak bu.
Ardından da diyor ki: Hiç yurtdışına çıkmadım. Hep İstanbul ve civarındaydım
Al işte bir kapak daha..
Koskoca vali, koskoca il emniyet müdürü ne demişti: "Yurtiçinde olması mümkün değil. Yoksa yakalardık. Ama yine de çember daralıyor"

Benim saf insanım da bunlara inandı tabi. Çokbilmiş Müge insanı falan hiç sormadı mesela şunu:
"Yaa valim yeme bizi, 17 yaşında bir çocuk tek başına yurtdışına çıkamaz. Veli izni gerekir. Diyelim ki ailesi yurtdışına kaçırdı, hani bunun kayıtları? Kayıtlardan kaçması mümkün değil! Başbakan bile özel vizesiz çıkamaz!"

Hadi parçaları birleştirelim şimdi:
Tam 200 gün.. 7 ay..
Taa ilk günden oluşan kamuoyu baskısına rağmen..
Yüzünü ezberlemeyen yurdum insanı kalmayacak kadar medyatik..
17 yaşında bir çocuk.. İstanbul'da.. Saklandı.. Sakladılar..
Her birimiyle tam saha pres yapan teşkilat, bulamadı..
Sonra çocuk teslim oldu.. Teslim olmasa hala Ermenistan'da çemberler daraltılacak..
Sonra vali, emniyet müdürü, il emniyet müdürü basın toplantısında şov yaptı..
Yakalamışlar..
Sonra kıytırık televizyoncular hafifletici unsur olmasın diye şöyle yazdılar: Yakalandı.
Sonra ben, şahsım, bizzat kendim şöyle dedim: Hadi len!

İş bu yazı bir kovalanmaç öyküsüdür.

15 Eylül 2009 Salı

Candan








.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Ex ?

Eski Karım / Orhan Veli
Nedendir, biliyor musun;
Her gece rüyama girisin?
Her gece şeytana uyuşum,
Bembeyaz çarşafların üstünde?
Nedendir, biliyor musun?
Seni hala seviyorum, eski karım.
Ama ne kadınsın, biliyor musun?




Eski Karım / Ceyhun Yılmaz
Hala sen varmışsın gibi iki yastıkla yatıyorum..
Kimseye söyleme gidişini, ben söylemedim..
Elimde senin siparişin olmayan torbalarla geliyorum eve..
Ağlaya ağlaya öpüyorum yattığın yastığı yorganı..
Sanki beni az önce yolcu etmişsin gibi çıkıyorum sokaklara..
Üst komşuya hava atarak, bi fiyaka bi görsen..
Ne garip bu insanlar! Bütün mahalle..
Hatta alttaki bakkal bile seni geçen kasım öldü sanıyor..
Ne garip bu insanlar! Hala her sabah bana selam veriliyor..
Sanki, yaşıyormuşum gibi..

Ohh Be !


Marmara Bölgesinde etkili olan sel felaketinde zarar gören hayvanlara Osmangazi Belediyesi sahip çıktı. Selde etkilenen sahipsiz kalan ve yaralanan hayvanlar Türkiye'nin neresinden olursa olsun barınağa gönderilerek tedavileri ücretsiz olarak yapılacak. İmkanları ve teknik donanımı ile Türkiye'nin ilk ve tek barınağı olan Osmangazi Belediyesi Doğal Yaşam Merkezi şimdi de kapılarını sel felaketinde zarar görmüş hayvanlara açtı. Osmangazi Belediyesi Veteriner İşleri Müdür Veklili Dr. Aysu İlman, selden zarar gören sahipsiz kalan ve yaralanan hayvanların kendilerine gönderilmesini istedi. Türkiye'nin en modern tesislerinde hizmet verdiklerini belirten İlman, "Sel felaketinde yuvasız kalan, zarar gören ve bakıma muhtaç durumdaki tüm canlılara kapımız ardına kadar açıktır. Nereden olursa olsun mutlaka ulaşın. Hayvanlar burada kabul edilecek. Ve bakımları sonuna kadar yapılacaktır" diye konuştu.

***

Bursa Hakimiyet Gazetesindeki bu haber en azından yüreklere su serpti.. Yaralanan hayvanlar için de Bursa-Osmangazi Hayvan Barınağı'ndan daha olumlu bir yer daha yoktur Türkiye içinde.. Kalitesi su götürmez bu barınağın.. Hayvan dostları az da olsa nefeslensinler..

Klişe !

Dizi sezonu başladı ya, hanım kuruldu ekran başına bugün.. Dizisi Son Bahar vardı tabi, kaçırmaz.. Takılayım dedim yanında, ama dizi bana takıldı.. Klişe, klişe, klişe..
Hiç mi bıkmazlar, hiç mi özgünlük aranmaz ya?! Hep aynı "tür"..
Zengin, genç, yakışıklı erkek.. Yanında az soslu bi fakir kız.. Yada zenginken fakir olanı..
30-35 yaşını geçmemiş başrol erkekleri hep holding sahibi, hep ağa.. Öehh..
Eski Yeşilçam filmlerini, garip Sadri Alışık figürlerini özledim..
Hatta yeminle Kemal Sunal filmleri bile daha gerçekçiydi..
Komedi dizilerimizde sıkıntı yok. Absürd olsa da çoğu, özgünlük var..
Ama Romantik/Aşk dizisi dedin mi, illa ki genç-yakışıklı-zengin başrol oyuncusu şart!!
Diye düşünürken...
Serhat Tutumluer sempatimden dolayı izlediğim Kül ve Ateş adlı dizide de aynı mantığı gördüm; 20 yaşında 2 fakir genç arkadaş var..
Biri daha da fakir, diğeri de ortadirek işte.. Sonra bu daha fakir olan genç besleme olduğu evde hırsızlık suçlamasıyla maphushaneye gidiyor. Diğer genç bilinmiyor bu arada..
Sonra bir "15 yıl sonra" yazısı ile karşılaşıyoruz ekranda.. Ve...
Bu fakir genç (Serhat Tutumluer) memleketine bir dönüyor ki vay anam vay..
Kapısında köle adamlar, jeepler falan para gırla.. 300.000 verip eski arkadaşına (Erkan Bektaş) at hediye ediyor. Hediye verdiği arkadaşı da büyümüşte o memleketin en zengini olmuş haa. Gelde kudurma şimdi..
Bre lavuk! Senin anan bunca zaman hizmetçilik yaptı, sen 20 yaşında maphusa gittin, 15 sene sonra 35 yaş olarak bir döndün ki memleketin maaşını verecek durumdasın!
Ya esasoğlana komplo kurup maphusa yollayan diğeri? O da memleketin en zengini olmuş sıfırdan..
Bunların ikisi de 35 yaş, genç, yakışıklı, zengin.. Hem de sıfırdan, 15 yıl içinde.. Sktrn lan ordan!
Biz de genciz, yakışıklıyız, ticaret adamıyız da, peki biz niye 15 senedir holding sahibi olamadık ki?
Hatayı kendimde aramalı, kıvıramadık bu işleri besbelli. (KPSS diye bişey varmış ona çalışılacak)

Son dönem klişelerinden aklımda kalanlar;
Son Bahar / Erkan Petekkaya: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin..
Kül ve Ateş / Serhat Tutumluer ve Erkan Bektaş: Genç, yakışıklı, zengin.. x 2
Kış Masalı / Cemal Hünal: Genç, yakışıklı, toprak zengini, ağa..
Unutulmaz / Serhan Yavaş: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin..
Binbir Gece / Halit Ergenç ve Tardu Flordun: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin.. x 2
Bir de bütün bunların özelliklerinin (genç/yakışıklı/zengin) yanına "ağa" sıfatı alanlar var ki bunların da normal ismi yoktur. Hasan, Hüseyin, Ali, Veli çıkmaz onlardan..
Memleket genelinde %0.001'den fazla kullanılan bir isim kullanılırsa ağalık ayağa düşer.
Zira ağanınkinin üstüne pokh olmaz;
Sıla / Mehmet Akif Alakurt (Boran Ağa)
Asmalı Konak / Özcan Deniz (Seymen Ağa)
Hayır yani kıskandığımdan değil kardeşim! Memleket meselesi olarak görüyorum ben..
Saf yurdum kızları bunları izleyip "hakkaten böyle (genç/yakışıklı/zengin) adamlar da varmıştır, bizim mahalledeki Mehmet'i napayım, işyerindeki memur Ahmet'i gtüme mi sokayım" diye diye evde kalmışlardır, yurdum delikanlıları da böylece duvara tırmanır olmuşlardır..
Zira bu (genç/yakışıklı/zengin) mandavalların dizilerde hiiiçççç zengin kızlarla işleri olmamıştır... Nerede köylü/mahalli/yerel/fakir/besleme kız varsa, hep onlara aşık olmuşlardır..
Yurdum külkedisi kızları da özenmekte, beyaz jeepli prensini beklemekte haklıdır..
Mutlak gelip bulacaktır onu beyaz jeepli prens.. Evde bulamasa, yolda yada semt pazarında üstüne su sıçratmak suretiyle özür dilemekle başlayacaktır aşkları..
Sonuç olarak; başlık paralı eski düzenin daha anlamlı olduğu varsayıyorum..
Başlık parası yüzünden evlenemeyen genç gurbete gider taş taşır para biriktirmeye çalışır, ekonomiye bir katkı sağlardı.. Ama şimdi sayısal lotodan başka umudu kalmadı..

iPhone !

Hrrr..!

12 Eylül 2009 Cumartesi

Taçsız Kral

Değerli bayan blogger!.. Bu bir futbol yazısı değil, bir aşk yazısıdır.. Okumadan kaçma!

Selvi Boylum Al Yazmalım'da betimlenmişti "Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti"
Sevgi.. Aşk.. Sadece iki kişinin birbirine duyduğu hisler midir?
Ota, boka, böceğe, çiçeğe yada bir kuruma, bir ilaha duyulanlar nedir o halde?
13 Eylül 1991'de, bundan tam 18 yıl önce, bir trafik kazasıyla kaybetmiştik aşk adamını..
Metin Oktay'ı..
Tanıyalım mı biraz?

Babanız, amcanız yada dayınız 60'lı yıllarda doğmuş ve adı Metin ise, yada Oktay ise, %90 bu muhteremdir isim sebebi..
Futbolu seven-sevmeyen birçok ailenin, 1960 ve sonrasında doğmuş erkek çocuklarına "Metin" ismini verme nedenidir Metin Oktay..
O bir futbolcudan çok öte, bir aşk adamıydı.. O, Fenerbahçe tribünlerinden de, Beşiktaş tribünlerinden de alkış alırdı.. Hayatında bir kez, sadece bir kez duyduğu küfürlü tezahürata karşılık, Fenerbahçe tribünlerinin önünde durup eğilerek saygılarını sunmuştu kendisine küfredenlere. Ve sonra alkış tufanı kopmuştu o tribünlerden utanarak, kızarmış yüzlerle..
"Taraflı-tarafsız herkes tarafından sevilen" diye bir klişe varya hani bugün her ölünün ardından söylenen.. O cümle, Metin Oktay'ın özetiydi işte.. İlk olarak, onun için söylenmişti, onun sayesinde girmişti Türkçeye ve hafızalara..
Ben, O'na yetişemedim, izleyemedim, tanıyamadım canlı olarak. Ama onun anlatıldığı, askerlik anılarından önce onun sohbetinin geçtiği büyükleri tanımıştım. Onun için futbolu sevdim, onun için Galatasaraylı oldum.. Çünkü o, "Bence Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır. Galatasaray'ı işte bunun için tercih eder ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım" demişti..
Demişti de, boşa mı demişti? Hayır!
Dönemin büyük ve meşhur zenginlerinden gümrük komisyoncusu ve Fenerbahçe yöneticisi Müslim Bağcılar, bir düğün davetinde Galatasaray'lı Metin Oktay'a boş bir çek yaprağı uzatarak transfer teklifinde bulunmuştu..
Müslim Bağcılar'ın “Rakamları sen yaz! Sana servetimin yarısını veririm! Yeter ki Fenerbahçede oyna Metin” diyerek uzattığı çek yaprağını “Bizi sevenlere ihânet etmeyelim baba!” diyerek geri çevirmişti Metin Oktay.. İşte o gün "aşk adamı" olmuştu. İşte bu yüzden, günümüzde "Profesyonelliğe karşı, Metin Oktay" pankartları elden ele dolaşır oldu..

Sadece para mıydı Galatasaray'dan onu ayırmaya yetmeyen? Hayır!
Çocukluk aşkı ve eşi olan Oya Hanım İstanbul'a alışamamıştı ve her fırsatta İzmir'e dönmek için baskı yapıyordu Metin'e.. Eşini de boşadı Metin Oktay. İzmirde yaşamak istediği için, kendisini Galatasaray'dan ayırmak isteyen, "Ya Galatasaray, ya ben" diyen karısının son kez "Tercih et Metin: Ya Galatasaray'da kalırsın, yada benimle İzmir'e dönersin!" resti üzerine, çok sevse de terketmişti çocukluk aşkı olan karısını Metin Oktay.. Çünkü onun bir aşkı da Galatasaraydı, Galatasaray taraftarıydı. Aşksız kalmazdı ki o.. Şöyle demişti sonra:
"Eşim ve ailesinin sürekli baskısındaydım.. Hatta İzmirspor'dan çok yüklü bir transfer ücreti alacağımı söylüyorlardı. Daha da komedi bir teklifle karşılaştım 'Galatasaray'ı bırak İzmir'e dön. Biz sana bakarız' diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun! Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam. nasıl bırakırım Galatasaray'ı? Evet eşimi severdim. İzmir'i de eşim kadar severdim. Ama benim bir de sevdiğim, yürekten bağlandığım Galatasaray'ım var. Hava elektriklenmiş ve eşimle tartışmıştık. Yüzüklerimizi atmıştık. Bir basın toplantısı düzenleyerek 'Ben parayı Galatasaray'a tercih etmem' diyor ve Galatasaray'da kalıyordum"
İşte böyle bir adamdı Metin Oktay.. Bir neslin aşkıydı.. Genç kızların rüyası, erkeklerin taçsız kralıydı.. O yüzdendi belki de Yeşilçam'ın ilk ve tek defa bir futbolcunun hayatını filme alınması.. Hem de başrolde kendisini oynatarak.. Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!
Florya'daki tesislere adı verilmişti, heykeli dikilmişti.. Hatta Kadıköy Belediyesi'ne bağlı Fenerbahçe Parkı'na bile Metin'in heykelini dikmesine izin vermişlerdi.. Hala orada Metin Oktay'ın heykeli var.. Heykelin dikilmesinden dolayı, o zamanki Fenerbahçeli yöneticiler "Şeref duyarız" demişlerdi.. Herkes seviyordu Metin'i. Bambaşka bir şey bu.. Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!

Ölümünden yıllar sonra, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ilköğretim öğrencileri için bastırılan kitaptaki "Örnek Kişiler" başlığında da yerini alacak, yeni nesile de aktarılacaktı büyüklüğü..Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!


Ve bir Fenerbahçe'li olan ünlü şair Cemal Süreya bile o usta kaleminden Metin'i anlatıyordu:
Şöyle düşündüm: Metin Oktay marjinal planda nerede duruyor? Öyle bir uçta ona
nasıl bakabiliriz? Hemen bir sözcük geliyor aklıma: Adsızlık! Metin Oktay
adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. Hiçbir büyük futbolcu bu
kadar ekip adamı olamaz. Yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı
çıkardığı bir beden zekâsını her an ayağının önünde bulan adam. Reha’nın
kopuşlarını. Bülent’in uzak şut güvencesini. Gündüz’ün yönetsel serinkanlılığını
da bulabilirsiniz onda. Ama, daha önemlisi, bir İsfendiyar’ın, bir Coşkun’un
ikincil katkılarını da dışlamadı. Böylece Galatasaray futbolcusunun portresi
ortaya çıkıyor: Ekip oyunu, ikincilin zaferi… Metin Oktay en büyük oyuncu olarak
ikincildir de. Sanırım başarısının anahtarı burda. Galatasaray gerçekliğinin
başlaması onun dönemine rastlıyor. Metin Oktay’ın bir özelliği de hiç şımarmamış
olması. O rolü yanında oynayan başka futbolculara da bıraktı. Metin’de bütün
büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. Nedir bu
acaba? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? Bütün bunlar birleşmiş onda. Ama aynı
özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. Sanırım asıl niteliği topla
buluşması. İcatçıdır bu konuda. Sevecendir. Şemsiyesini ne mi yaptı?
Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. “Uçan Manda” olarak anılan
Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma
bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiye’nin bugün hâlâ orda olduğu
söylenir.

11 Eylül 2009 Cuma

Rahmet !

Yağmurun sesine bak..

Yağmur.. Azı karar, çoğu zarar..
Rahmet denilirya yağmur için.. Sel felaketinde yitip giden canlara rahmet oldu bu sefer..
Yitip gidenler sadece insanlar da değildi hem.. Bahçeşehir Hayvan Barınağı da sele teslim oldu.
Çok acı. Biçare yavrular kaçamadı. Toplamda, çoğu yavru olmak üzere en az 130 kedi ve köpek öldü.
Acı çekerek, boğularak, can çekişerek telef oldular. Ve kimbilir barınak dışındaki yüzlercesi de..
İstanbul'u izliyorum, gözlerim açık..
Bir yanda barınakta gönüllü hayvan dostları.. Öte yanda yağmacı, şerefsiz, bir dolu kaçık!

8 Eylül 2009 Salı

Kış Masalı

Cast:
Cemal Hünal, Duygu Yetiş, Fırat Çelik, Birce Akalay, Suzan Aksoy, Menderes Samancılar..

Senaryo:
Gül Oğuz, Mahinur Ergun
ATV'de yeni bir dizi başladı.. Kış Masalı..
Bursa'da, Uludağ eteklerinde çekilen dizi, müthiş Bursa görselleri sunuyor.
Sırf Bursa'nın saklı cevherini görmek için bile izlenilmelidir. Aha da tavsiye ettim.

Av !







"Kuş Peşinde"

5 Eylül 2009 Cumartesi

Afyon Hatırası !

Sevgili Zeugma blogunda Cumhuriyet sucuklarını yazınca benim de aklıma Afyon anılarım geldi :) Bekarlık çağlarımda, ata sporumuz güreş ile iştigaldim nacizane..
Türkiye şampiyonası o sene Afyon'daydı. Biz de Bursa kafilesi olarak Afyon'a gittik.
Ben de Bursa kafilesinin ağır siklet güreşçisi, takım kaptanıydım ayıptır söylemesi :p
Ama gel gör ki ağır siklet'in sınırındaydım. 2-3 kg eksiğim var. Tartılara 2, müsabakalara 3 gün var.
Diğer bütün sikletlerdeki güreşçilerde ise kimisinde bir kaç gram, kimisinde bir kaç kg fazlalık var.
Kafile başkanı antrenörümüz kampa aldı tüm takımı. Fazlalığı olanları doğduğuna pişman etti.
Yemek yedirmedi, su içirmedi. Koşturduda koşturdu.. Sabah-akşam antrenmanlarla inletti milleti.

Bana gelince.. Bana farklı muamele yapıldı. 2 gün içinde en az 3 kg almalıydım..
Afyon'un kaymağı, lokumu ve sucuğu meşhurdur. Otel aşçısına benim için verilen menü şöyleydi:
Sabah:
İştah açsın diye aç karnına bir arjantin bardak turşu suyu.
15 dk sonra:
Yarım kangal sucuk, 100 gram peynir, Çay, 300 gram lokum, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Saat 10:30:
1 bardak turşu suyu, 200 gram lokum.
Öğle:
1 bardak turşu suyu, Yarım kangal sucuk, Kola, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Akşam:
1 bardak turşu suyu, Tas kebabı, Pilav, Kola, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Saat 22:30:
Tost, Çay.
+
Antrenman yasak! Otel merdivenleri bile kullanılmayacak, asansör kullanılacak!

Evet, tam 3 gün boyunca aynen bu listeyi uyguladım.. İstisnasız..

Günde 4 bardak turşusuyu, 1 kangal Cumhuriyet sucuğu, 3 porsiyon kaymaklı ekmek kadayıfı.

Şaka gibi, ama değil!

Ve sonuç..
3 günde, tam 4.5 kg aldım. Ağırsiklete hak kazandım.

Ve sonuç..
Aldığım bu kalorileri harcayamadığım için, düz duvara tırmanacak duruma geldim ve önümde rakip bırakmadım ezdim-geçtim tabiri caizse..

Ve sonuç..
Bu 3 gün içinde hiç antrenman yapmadığım için yarı finalde omzum çıktı ve müsabakaya devam edemedim. Antrenmansızlığın cezasını çektim ama Afyon Devlet Hastanesini görmüş oldum..

Ve sonuç..
2000 yılı Greko-romen stil ağırsiklet Türkiye 3.sü olarak ve çıkık omuzla öz yurdum Bursa'ya döndüm.. Kutlamak için İskender kebap yedim. O gün bugündür yiyorum efendim, durduramıyorlar :)

Ve sonuç..
Hâla turşu suyu içemiyorum :)

4 Eylül 2009 Cuma

Portre #6: Yunus Emre


Sözü bilen kişinin, Yüzünü ak ede bir söz..
Sözü pişirip yiyenin, İşini sağ ede bir söz..
Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı..
Söz ola ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz..

Ağu: Zehir

Ohhh

Gözleri deniz mavisi,
Saçları altın sarısı..
Sanki güneşin yarısı,
Sarışınım, sarışınım..
.
Canım Zevcem ;)

3 Eylül 2009 Perşembe

PuCCa


Blogspot bir din ise, peygamberi PuCCa'dır..
Gülmekten oruç bozacağım neredeyse okurken!
Bu kadar mı güzel yazılır! Daha da tanımam üstüne!

Portre #5: Cemal Süreya


Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum!
Yıkadılar, aldılar götürdüler.. Babamdan ummazdım bunu, kör oldum..
Siz hiç hamama gittiniz mi? Ben gittim lambanın biri söndü, gözümün biri söndü kör oldum..
Tepede bir gökyüzü vardı, yuvarlak.. Şöylelemesine maviydi, kör oldum..
Taşlara gelince hamam taşlarına.. Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi..
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm.. Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü..
Yüzümden hiç ummazdım bunu, kör oldum..
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Pfff


Bu aralar fena kapışık durumlardayız zevcem ile.. 3 gün oldu, uzamazdı bu kadar normalde ama alışmış her defasında benim alttan almamı beklemeye. Almayacağım. Çünkü küsen benim. Hıhh!

Çayımı bile kendim demliyorum yahu. O derece garip haldeyim. 3 gündür televizyon camiasında neler dönmekte bihaberim. Tv odası onun emrinde zira, ben çalışma odamızda tıkılı kaldım. Hayatım oda-koridor-mutfak üçgeninde geçiyor. Şu hayatta tek zevkim maç izlemek, tek keyfim kahve içmek. Beceremediğimden kahve de yapamıyorum, içemiyorum. İçmeyiveririm. Yine de tek adım atmam! Banane lan blog!
Blog Widget by LinkWithin