26 Aralık 2009 Cumartesi

Portre #7

27 Aralık..
Ulusal marşımızın müellifi milli şair, düşünür, veteriner, öğretmen, vaiz, hafız, milletvekili Mehmed Âkif Ersoy'un ölüm yıldönümü.
İstiklâl Marşı en çok bilinen eseridir şüphesiz. Tüm eserleri bilinmelidir. Haktır.
Dosdoğru bir adamdır. Öyle ki, kimisi "gavur baytar" dedi onun için, kimisi "yobaz hoca"..
Bense şöyle diyorum;
"İyi ki safahat isimli esere ve her duyduğumda tüylerimi diken diken eden o milli güfteye sahibim..
Allah rahmet eylesin"

Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem..
Biri ecdâdıma saldırdı mı hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!- Hiç olmazsa yanımdan koğarım..
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam..
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle..
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim..
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim!
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım..
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...

24 Aralık 2009 Perşembe

Ne Okuyorum? #6

"Kimseye Söyleme / Harlan Coben"

Maraş

Aralık, 1978
Kahramanmaraş olayları..
111 insan öldü, 841 ev ve işyeri yakıldı..

31 yıl oldu ama gazete başlığındaki soru, gerçek cevabını bulamadı..
Ortada bir gerçek var; bunun adı katliam.. Ölenleri yad ediyorum..
Alevi-Sünni görünümlü sağ-sol çatışmasıydı karşıdan bakınca..
Karşıdan bakınca ama, kimin gözlüğünden bakınca? İşte burası muamma..
Bir gözlükten bakmamaya çalışacağım..

Herşeyden önce şu bilinsin, bu olay çok önemliydi..
O dünleri yaşamayan bizleri çok ilgilendirmeli..
Zira bu olay, bizi, bugünümüzü 20 sene geriye götüren 12 Eylül darbesinin tetikçisiydi!
Ve sonra gün gelecek, CIA Türkiye temsilcisi Richard Perle "our boys did it" diyecekti..
Ve biz, o gün 20 sene gerileyecektik!

İnsanlar vardı, cahildi.. Ve insanlar vardı, kumandaya hükmeden..
Bir danone reklam repliğini çok sık kullanırım objektif takıldığım zamanlarda;
"kimine göre süt, kimine göre çikolata"
Soldakine göre sağ cenahtı bu olayların müsebbibi, sağdakine göre sol..
Ortanın berisindeki, "dış güçler" dedi.. Ortanın ötesindeki "iç güçler"..
İpuçları var, ama bir Sherlock çıkaramadık milletçe aramızdan..
Oraya tekbir nidalarıyla giden sağ cenah da vardı..
Oraya olayı araştırmak için giden dönemin Chp'li içişleri bakanı da vardı..
Daha sonra bu bakan araştırmaları sonunda "Olayı sol örgüt yapmış" dedi..
Sol cenah ayağa kalktı: "Bu bakan, Ajan!"
Sonra o bakan görevden alındı Chp hükümeti tarafından..
Yerine bir başka bakan görevlendirildi.. O da araştırmalar yaptı; "Sağ örgüt yapmış"
Sol cenah rahatladı: "Bu bakan, Ajan değil!"
Sağ cenah ayağa kalktı: "Sol izleri yok edip, sağı suçlu konumuna getirdi bu bakan!"
Sol kükredi: "Bu emperyalist faşistler Amerika'nın oyuncağı"
Sağ durur mu: "Bu dinsiz komünistler Moskof uşağı!"
Bir aklıselim yokmuş o zamanlar.. Bir Sherlock çıkaramamış bu millet arasından..
Hoş Sherlock çıksa ne değişirmiş ki? Benim ki de laf işte!
Sherlock ipuçlarını toplayıp, araştırıp suçluyu bulsa;
"Sol yaptı" dese; sol cenah "Bu kokainmandan dedektif mi olurmuş" diyecekti..
"Sağ yaptı" dese; sağ cenah "Bu kemancıdan dedektif mi olurmuş" diyecekti..
Ortanın ortası yok, dilin kemiği yok.. Herkes hâla bir şey söylüyor..
Ama yine ortada buluşulamıyor.. Hâla kavga, hâla geçmişin intikamı ağır basıyor..
Bu öyle bir dava ki, herkes "kullanıldık" diyor, bunu kabul ediyor sonra bir "ama" patlatıyor ortaya..
Herkes sütten çıkmış daha ak kaşık, herkes diğerine göre biraz daha temiz, herkes daha "az kullanılmış"

Şimdi bu postu okuyan sağcı da çınlatacak kulaklarımı, solcu da..
Hadi len! Yürü git!

Maraş, Maraş'ta derler oy aman aman..
Bu nasıl Maraş, bu nasıl Maraş?
Al kızıl kan içinde can veren kardaş..
Kardaş kalk gidelim, yoldaş kal gidelim..
Bizim iller kırçıllıdır, geçilmez yollar..
Yağmur, çamur kurusunda gidelim, burdan gidelim..
Ufak taş ile bina yapılmaz, bir benim ölmemle Maraş yıkılmaz..
Valla bir ben ölmeyinen kardaş Maraş yıkılmaz!
Yollar çamur, kurusunda gidelim..
Lale, sümbül büyüsünde gidelim..
Kardaş kalk gidelim..

18 Kasım 2009 Çarşamba

Rüya



I have a dream :)

Bir rüya gördüm..

Bir grup asker ile bir grup terörist çatışmaya girdiler şehirde..

Askerlerin hepsi öldü, teröristler ise 2 kişi kaldılar..

Kaçmak üzereydiler ki, yurtsever bir esnaf ile peşlerine düştük..

Yakaladık tabi, kaçar mı?! Kavgaya tutuştuk kalaşnikoflularla..

Bir kafa attım benim ki öldü.. Sonra diğerine geçtik, öldürdük..

Saate baktım, 17'yi geçmiş.. Karakol kapanmıştır dedim :)

"Götürelim bunları yarın basın huzurunda teslim ederiz"

Bendeki egoist düşünceye bakar mısınız :) Herneyse, sardım sarmaladım benimkini,

attım cenaze aracına eve götürdüm, merdiven boşluğuna bırakıp zevceme seslendim;

"Zevvcceeee, aşağı in de erinle gururlan!" Zevcem indi, görünce korktu tabi. Yanında da yeni gelin kuzeni var, anlattım, gurur duydular hakikaten :) O an benim cesette kıpırdanma oldu, ölmemiş!

Başladım kafasına kafasına saydırmaya, Allah ne verdiyse tekmeliyorum. Yok! Herif kalkıyor!

Vurdukça vuruyorum, işlemiyor! Ulan bir saat önce bir kafa darbesiyle bayılttığım adama bak!

Kalktı yerinden, başladık güreşmeye, ama tabi ben büyük pehlivanım, dayanamadı! Aldım enseden kurtkapanına, tutuyorum ama çok zorlanıyorum. Zevceme diyorum ki jandarmayı ara hemen, terörist yakaladığımızı söyle. Herif başladı ağlamaya ben terörist değilim diye. Hatta dualar okumaya başladı, terörist hiç dua bilir mi diye ispat ediyor kendince ne alakaysa :)

Abooo! Hanım inandı. Bana diyor ki "Bu teröriste hiç benzemiyor, bak hem dua biliyor hem sarı.. Laz gibi bu, lazdan terörist mi olur" Ya diyorum gözümle şahidim ben bunun terörizmine, bi tabur askeri harcadı herif, ara şu jandarmayı be kadın.. Yanlış birşey yapmayalım diyor hâla..

Bu sırada gücüm tükenmek üzere, bıraksam kaçacak lavuk! Son bir kudret toplayıp, biraz önce kafasına aldığı darbelerimden nasiplenmiş kanlı sağ kulağını ısırmaya başlıyorum.. ağzıma kan tadı geliyor, sonra büyük bir acı duyuyorum! Bir uyanıyorum ki ağzımda kan var, dilim kopmak üzere!!

Hayır olsun!


12 Ekim 2009 Pazartesi

Alıntı..

Bir gün hoş birini görürsün,
Ve bir bakarsın 56 yıl geçmiş.
Sonra sinemada altına kaçırırsın,
Temizlemene yardım eden bir tek O'dur.
İşte aşk budur evlat..
(Six Feet Under S01E06)

3 Ekim 2009 Cumartesi

4 Ekim

BURSALI HAYVANSEVERLER 4 EKIMDE KENT MEYDANINDA:
4 EKIM HAYVANLARI KORUMA GÜNÜ * BURSA
Tarih: 04 Ekim 2009 Saat: 02:00
Yer: BURSA OSMANGAZİ METRO İSTASYONU (KENTMEYDANI YANI)
İletişim: Aysun Canıtez ( 0535 740 79 65 )
Açıklama: 4 Ekim Pazar günü saat 14.00'de Osmangazi metro istasyonu önünde toplanıyoruz.
Kent meydanına kadar kısa bir yürüyüş ve basın açıklamasıyla birlikte etkinliğimize devam edeceğiz. Tüm hayvanseverleri bekliyoruz.
Kipa'ya da teşekkür.. Az değil indirim miktarı.. Göstermelik değil yani.. Değerlendirmek lazım..

1 Ekim 2009 Perşembe

Kitap, Candır !

Ramazan bitip ben de kitap okumaya tekrar başlayınca, bu konuda ahkâm kesebilme cüretini kendimde buldum yine :) Milletçe kitap okumuyoruz yeterince! Japonya'da bir kişi bir sene boyunca 25 kitap okurken, bu sayı bizde 0.2'nin altında. Yani 6 kişi toplasak 1 kitap okurlar senede. Karikatür de bunu müthiş anlatmış zaten.
Ama işin garibi kimse kabul etmiyor bu durumu. Herkes "aa ben okuyorum vallahi" modunda.
İyi de kardeşim kim okumuyor? Yada bir kitabı tüm sülale mi okuyor? Anketler belli, satışlar belli, kütüphanelerde kayıtlar belli. Alınmıyor, satılmıyor, kiralanmıyor, okunmuyor işte! Net!
Binlerce CV geçmiştir benim elimden. Hepsinde kişisel hobi bölümünde "kitap okumak" yazar. Hsttr len! derim içimden. Kitap okumakmış. Yalancı lavuk!
Şimdi kimse bana "Milletin okumamasından sanane? Hem okununca ne olacak" demesin.
Dert bana kardeşim, etkiliyor beni. Kitap okumazsan konuşmayı beceremezsin ortam içinde. Fikrin olmaz avare olursun. Cahil kalırsın. Üretemezsin ne bir mal ne bir fikir. Çok gezen daha çok bilir cümlesi koftur. Senelerce gezdik zaten milletçe Orta Asyadan Balkanlara.. Okumayan avare cahil insan, tehlikeli insandır. Bana dokunmasa, elbet çocuğuma dokunur zararı. O yüzden bana ahkâm payı düşer bu konuda kimse kusura bakmasın! Hem alın, verin ekonomiye can verin. Böylece krizin son kalan belirtileri de kalksın :)
Kitap candır arkadaş. Bu dünyada öğrenmekten daha güzel, daha büyük ne var? Sus, aşk deme!
Bu dünyaya neden geldik? Bence öğrenmek için. Ne öğrenmek için? Sana göre süt, bana göre çikolata!
Suppose you read four books a week every week for 70 years. Allowing for a day here and there where you’re unable to read, we can call that 200 books a year, and 14,000 books over the whole three score years and ten. It’s a lot of books. But relative to all the books there are, it’s a tiny, tiny fraction. According to the guy who manages the Google Books metadata team, at the latest count the books in the world now total 168,178,719. Your 14,000 books are just 0.008324477724 per cent of that. You can think of it as follows. Suppose all the books in the world made up a single calendar year, and you were reading through the pages of that year, cover to cover. Then, 14,000 books - and that’s going some - would only get you through the first 44 minutes of the year. There’d still be 364 days, 23 hours and 16 minutes that you hadn’t read. And if you get through fewer than 14,000 books in your lifetime, it will look even worse. Comforting in a way.

Yukarıdaki yazı diyor ki; Farz edelim 70 yıl boyunca haftada 4 kitap okuyorsunuz. Bir-iki gün fireyle, bu yılda 200 ve 70 yılda 14.000 kitap eder. Fakat bu dünyadaki basılmış tüm kitapların yanında mini minnacık bir sayı olarak kalır. Google Books'un veritabanı yöneticisi belirtmiş ki; en son sayımlara göre dünyadaki tüm kitapların sayısı 168.178.719. Ve sizin okuduğunuz bu 14.000 kitap, bu sayının yalnızca yüzde 0.008324477724'ünü oluşturur. Şöyle de düşünebiliriz; tüm bu kitapları bir takvim yılı olarak varsayalım. Ve sizin okuduğunuz bölüm, bu yılın ilk 44 dakikasından ibarettir, geriye 364 gün, 23 saat ve 16 dakika kalır. Eğer haftada dört kitaptan daha az okuyorsanız durum daha vahimleşir.

Ne Okuyorum? #5

"Koloni / Jean Christophe Grangê"

20 Eylül 2009 Pazar

Tebrik

Şeker Bayramı, Ramazan Bayramı..
Çocuklar için, Yetişkinler için..
Sana göre süt, Bana göre çikolata..
Kutlu olsun, Mübarek olsun..
"O eski bayramlar" gibi huzur ve heyecanla geçsin..

17 Eylül 2009 Perşembe

Kapak !

TV ekranlarında hep aynı haber: Cem Garipoğlu yakalandı
Hatta Müge Anlı zibidisi ekranın altındaki "teslim oldu" yazısını, hafifletici sebep olur diyerek değiştirtiyor rejisine. Sonra "teslim oldu" yazısı, "yakalandı" olarak değiştiriliyor..

Bu ülkenin hukuk düzeni o kadar mal yani değil mi Müge zibidisi? Seni izleyen hakim etki altında kalıp hafifletmeyecek Cem'in cezasını.. Çok yaşa e mi Müge.

Ne yakalanması yahu? Konduramıyorsunuz apaçık teslim olmasını. Nefret ediyor olabilirsin, ama haberciysen objektif olmak zorundasın kardeşim. Yok ben olamam objektif diyeceksen, o işi yapmayacaksın!

Cem oğlanı şöyle diyor ifadesinde: Korktuğum için değil, babam suçsuz yere hapiste, ona üzüldüm. O yüzden teslim oldum.
Bunun açılımı şu: "Ben teslim oldum. Teslim olmak istediğim için teslim oldum. Ben teslim olmasam nah yakalardınız"
Kavgada söylenmez bu cümle.. Koskoca emniyet teşkilatına bir kapak bu.
Ardından da diyor ki: Hiç yurtdışına çıkmadım. Hep İstanbul ve civarındaydım
Al işte bir kapak daha..
Koskoca vali, koskoca il emniyet müdürü ne demişti: "Yurtiçinde olması mümkün değil. Yoksa yakalardık. Ama yine de çember daralıyor"

Benim saf insanım da bunlara inandı tabi. Çokbilmiş Müge insanı falan hiç sormadı mesela şunu:
"Yaa valim yeme bizi, 17 yaşında bir çocuk tek başına yurtdışına çıkamaz. Veli izni gerekir. Diyelim ki ailesi yurtdışına kaçırdı, hani bunun kayıtları? Kayıtlardan kaçması mümkün değil! Başbakan bile özel vizesiz çıkamaz!"

Hadi parçaları birleştirelim şimdi:
Tam 200 gün.. 7 ay..
Taa ilk günden oluşan kamuoyu baskısına rağmen..
Yüzünü ezberlemeyen yurdum insanı kalmayacak kadar medyatik..
17 yaşında bir çocuk.. İstanbul'da.. Saklandı.. Sakladılar..
Her birimiyle tam saha pres yapan teşkilat, bulamadı..
Sonra çocuk teslim oldu.. Teslim olmasa hala Ermenistan'da çemberler daraltılacak..
Sonra vali, emniyet müdürü, il emniyet müdürü basın toplantısında şov yaptı..
Yakalamışlar..
Sonra kıytırık televizyoncular hafifletici unsur olmasın diye şöyle yazdılar: Yakalandı.
Sonra ben, şahsım, bizzat kendim şöyle dedim: Hadi len!

İş bu yazı bir kovalanmaç öyküsüdür.

15 Eylül 2009 Salı

Candan








.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Ex ?

Eski Karım / Orhan Veli
Nedendir, biliyor musun;
Her gece rüyama girisin?
Her gece şeytana uyuşum,
Bembeyaz çarşafların üstünde?
Nedendir, biliyor musun?
Seni hala seviyorum, eski karım.
Ama ne kadınsın, biliyor musun?




Eski Karım / Ceyhun Yılmaz
Hala sen varmışsın gibi iki yastıkla yatıyorum..
Kimseye söyleme gidişini, ben söylemedim..
Elimde senin siparişin olmayan torbalarla geliyorum eve..
Ağlaya ağlaya öpüyorum yattığın yastığı yorganı..
Sanki beni az önce yolcu etmişsin gibi çıkıyorum sokaklara..
Üst komşuya hava atarak, bi fiyaka bi görsen..
Ne garip bu insanlar! Bütün mahalle..
Hatta alttaki bakkal bile seni geçen kasım öldü sanıyor..
Ne garip bu insanlar! Hala her sabah bana selam veriliyor..
Sanki, yaşıyormuşum gibi..

Ohh Be !


Marmara Bölgesinde etkili olan sel felaketinde zarar gören hayvanlara Osmangazi Belediyesi sahip çıktı. Selde etkilenen sahipsiz kalan ve yaralanan hayvanlar Türkiye'nin neresinden olursa olsun barınağa gönderilerek tedavileri ücretsiz olarak yapılacak. İmkanları ve teknik donanımı ile Türkiye'nin ilk ve tek barınağı olan Osmangazi Belediyesi Doğal Yaşam Merkezi şimdi de kapılarını sel felaketinde zarar görmüş hayvanlara açtı. Osmangazi Belediyesi Veteriner İşleri Müdür Veklili Dr. Aysu İlman, selden zarar gören sahipsiz kalan ve yaralanan hayvanların kendilerine gönderilmesini istedi. Türkiye'nin en modern tesislerinde hizmet verdiklerini belirten İlman, "Sel felaketinde yuvasız kalan, zarar gören ve bakıma muhtaç durumdaki tüm canlılara kapımız ardına kadar açıktır. Nereden olursa olsun mutlaka ulaşın. Hayvanlar burada kabul edilecek. Ve bakımları sonuna kadar yapılacaktır" diye konuştu.

***

Bursa Hakimiyet Gazetesindeki bu haber en azından yüreklere su serpti.. Yaralanan hayvanlar için de Bursa-Osmangazi Hayvan Barınağı'ndan daha olumlu bir yer daha yoktur Türkiye içinde.. Kalitesi su götürmez bu barınağın.. Hayvan dostları az da olsa nefeslensinler..

Klişe !

Dizi sezonu başladı ya, hanım kuruldu ekran başına bugün.. Dizisi Son Bahar vardı tabi, kaçırmaz.. Takılayım dedim yanında, ama dizi bana takıldı.. Klişe, klişe, klişe..
Hiç mi bıkmazlar, hiç mi özgünlük aranmaz ya?! Hep aynı "tür"..
Zengin, genç, yakışıklı erkek.. Yanında az soslu bi fakir kız.. Yada zenginken fakir olanı..
30-35 yaşını geçmemiş başrol erkekleri hep holding sahibi, hep ağa.. Öehh..
Eski Yeşilçam filmlerini, garip Sadri Alışık figürlerini özledim..
Hatta yeminle Kemal Sunal filmleri bile daha gerçekçiydi..
Komedi dizilerimizde sıkıntı yok. Absürd olsa da çoğu, özgünlük var..
Ama Romantik/Aşk dizisi dedin mi, illa ki genç-yakışıklı-zengin başrol oyuncusu şart!!
Diye düşünürken...
Serhat Tutumluer sempatimden dolayı izlediğim Kül ve Ateş adlı dizide de aynı mantığı gördüm; 20 yaşında 2 fakir genç arkadaş var..
Biri daha da fakir, diğeri de ortadirek işte.. Sonra bu daha fakir olan genç besleme olduğu evde hırsızlık suçlamasıyla maphushaneye gidiyor. Diğer genç bilinmiyor bu arada..
Sonra bir "15 yıl sonra" yazısı ile karşılaşıyoruz ekranda.. Ve...
Bu fakir genç (Serhat Tutumluer) memleketine bir dönüyor ki vay anam vay..
Kapısında köle adamlar, jeepler falan para gırla.. 300.000 verip eski arkadaşına (Erkan Bektaş) at hediye ediyor. Hediye verdiği arkadaşı da büyümüşte o memleketin en zengini olmuş haa. Gelde kudurma şimdi..
Bre lavuk! Senin anan bunca zaman hizmetçilik yaptı, sen 20 yaşında maphusa gittin, 15 sene sonra 35 yaş olarak bir döndün ki memleketin maaşını verecek durumdasın!
Ya esasoğlana komplo kurup maphusa yollayan diğeri? O da memleketin en zengini olmuş sıfırdan..
Bunların ikisi de 35 yaş, genç, yakışıklı, zengin.. Hem de sıfırdan, 15 yıl içinde.. Sktrn lan ordan!
Biz de genciz, yakışıklıyız, ticaret adamıyız da, peki biz niye 15 senedir holding sahibi olamadık ki?
Hatayı kendimde aramalı, kıvıramadık bu işleri besbelli. (KPSS diye bişey varmış ona çalışılacak)

Son dönem klişelerinden aklımda kalanlar;
Son Bahar / Erkan Petekkaya: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin..
Kül ve Ateş / Serhat Tutumluer ve Erkan Bektaş: Genç, yakışıklı, zengin.. x 2
Kış Masalı / Cemal Hünal: Genç, yakışıklı, toprak zengini, ağa..
Unutulmaz / Serhan Yavaş: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin..
Binbir Gece / Halit Ergenç ve Tardu Flordun: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin.. x 2
Bir de bütün bunların özelliklerinin (genç/yakışıklı/zengin) yanına "ağa" sıfatı alanlar var ki bunların da normal ismi yoktur. Hasan, Hüseyin, Ali, Veli çıkmaz onlardan..
Memleket genelinde %0.001'den fazla kullanılan bir isim kullanılırsa ağalık ayağa düşer.
Zira ağanınkinin üstüne pokh olmaz;
Sıla / Mehmet Akif Alakurt (Boran Ağa)
Asmalı Konak / Özcan Deniz (Seymen Ağa)
Hayır yani kıskandığımdan değil kardeşim! Memleket meselesi olarak görüyorum ben..
Saf yurdum kızları bunları izleyip "hakkaten böyle (genç/yakışıklı/zengin) adamlar da varmıştır, bizim mahalledeki Mehmet'i napayım, işyerindeki memur Ahmet'i gtüme mi sokayım" diye diye evde kalmışlardır, yurdum delikanlıları da böylece duvara tırmanır olmuşlardır..
Zira bu (genç/yakışıklı/zengin) mandavalların dizilerde hiiiçççç zengin kızlarla işleri olmamıştır... Nerede köylü/mahalli/yerel/fakir/besleme kız varsa, hep onlara aşık olmuşlardır..
Yurdum külkedisi kızları da özenmekte, beyaz jeepli prensini beklemekte haklıdır..
Mutlak gelip bulacaktır onu beyaz jeepli prens.. Evde bulamasa, yolda yada semt pazarında üstüne su sıçratmak suretiyle özür dilemekle başlayacaktır aşkları..
Sonuç olarak; başlık paralı eski düzenin daha anlamlı olduğu varsayıyorum..
Başlık parası yüzünden evlenemeyen genç gurbete gider taş taşır para biriktirmeye çalışır, ekonomiye bir katkı sağlardı.. Ama şimdi sayısal lotodan başka umudu kalmadı..

iPhone !

Hrrr..!

12 Eylül 2009 Cumartesi

Taçsız Kral

Değerli bayan blogger!.. Bu bir futbol yazısı değil, bir aşk yazısıdır.. Okumadan kaçma!

Selvi Boylum Al Yazmalım'da betimlenmişti "Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti"
Sevgi.. Aşk.. Sadece iki kişinin birbirine duyduğu hisler midir?
Ota, boka, böceğe, çiçeğe yada bir kuruma, bir ilaha duyulanlar nedir o halde?
13 Eylül 1991'de, bundan tam 18 yıl önce, bir trafik kazasıyla kaybetmiştik aşk adamını..
Metin Oktay'ı..
Tanıyalım mı biraz?

Babanız, amcanız yada dayınız 60'lı yıllarda doğmuş ve adı Metin ise, yada Oktay ise, %90 bu muhteremdir isim sebebi..
Futbolu seven-sevmeyen birçok ailenin, 1960 ve sonrasında doğmuş erkek çocuklarına "Metin" ismini verme nedenidir Metin Oktay..
O bir futbolcudan çok öte, bir aşk adamıydı.. O, Fenerbahçe tribünlerinden de, Beşiktaş tribünlerinden de alkış alırdı.. Hayatında bir kez, sadece bir kez duyduğu küfürlü tezahürata karşılık, Fenerbahçe tribünlerinin önünde durup eğilerek saygılarını sunmuştu kendisine küfredenlere. Ve sonra alkış tufanı kopmuştu o tribünlerden utanarak, kızarmış yüzlerle..
"Taraflı-tarafsız herkes tarafından sevilen" diye bir klişe varya hani bugün her ölünün ardından söylenen.. O cümle, Metin Oktay'ın özetiydi işte.. İlk olarak, onun için söylenmişti, onun sayesinde girmişti Türkçeye ve hafızalara..
Ben, O'na yetişemedim, izleyemedim, tanıyamadım canlı olarak. Ama onun anlatıldığı, askerlik anılarından önce onun sohbetinin geçtiği büyükleri tanımıştım. Onun için futbolu sevdim, onun için Galatasaraylı oldum.. Çünkü o, "Bence Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır. Galatasaray'ı işte bunun için tercih eder ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım" demişti..
Demişti de, boşa mı demişti? Hayır!
Dönemin büyük ve meşhur zenginlerinden gümrük komisyoncusu ve Fenerbahçe yöneticisi Müslim Bağcılar, bir düğün davetinde Galatasaray'lı Metin Oktay'a boş bir çek yaprağı uzatarak transfer teklifinde bulunmuştu..
Müslim Bağcılar'ın “Rakamları sen yaz! Sana servetimin yarısını veririm! Yeter ki Fenerbahçede oyna Metin” diyerek uzattığı çek yaprağını “Bizi sevenlere ihânet etmeyelim baba!” diyerek geri çevirmişti Metin Oktay.. İşte o gün "aşk adamı" olmuştu. İşte bu yüzden, günümüzde "Profesyonelliğe karşı, Metin Oktay" pankartları elden ele dolaşır oldu..

Sadece para mıydı Galatasaray'dan onu ayırmaya yetmeyen? Hayır!
Çocukluk aşkı ve eşi olan Oya Hanım İstanbul'a alışamamıştı ve her fırsatta İzmir'e dönmek için baskı yapıyordu Metin'e.. Eşini de boşadı Metin Oktay. İzmirde yaşamak istediği için, kendisini Galatasaray'dan ayırmak isteyen, "Ya Galatasaray, ya ben" diyen karısının son kez "Tercih et Metin: Ya Galatasaray'da kalırsın, yada benimle İzmir'e dönersin!" resti üzerine, çok sevse de terketmişti çocukluk aşkı olan karısını Metin Oktay.. Çünkü onun bir aşkı da Galatasaraydı, Galatasaray taraftarıydı. Aşksız kalmazdı ki o.. Şöyle demişti sonra:
"Eşim ve ailesinin sürekli baskısındaydım.. Hatta İzmirspor'dan çok yüklü bir transfer ücreti alacağımı söylüyorlardı. Daha da komedi bir teklifle karşılaştım 'Galatasaray'ı bırak İzmir'e dön. Biz sana bakarız' diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun! Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam. nasıl bırakırım Galatasaray'ı? Evet eşimi severdim. İzmir'i de eşim kadar severdim. Ama benim bir de sevdiğim, yürekten bağlandığım Galatasaray'ım var. Hava elektriklenmiş ve eşimle tartışmıştık. Yüzüklerimizi atmıştık. Bir basın toplantısı düzenleyerek 'Ben parayı Galatasaray'a tercih etmem' diyor ve Galatasaray'da kalıyordum"
İşte böyle bir adamdı Metin Oktay.. Bir neslin aşkıydı.. Genç kızların rüyası, erkeklerin taçsız kralıydı.. O yüzdendi belki de Yeşilçam'ın ilk ve tek defa bir futbolcunun hayatını filme alınması.. Hem de başrolde kendisini oynatarak.. Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!
Florya'daki tesislere adı verilmişti, heykeli dikilmişti.. Hatta Kadıköy Belediyesi'ne bağlı Fenerbahçe Parkı'na bile Metin'in heykelini dikmesine izin vermişlerdi.. Hala orada Metin Oktay'ın heykeli var.. Heykelin dikilmesinden dolayı, o zamanki Fenerbahçeli yöneticiler "Şeref duyarız" demişlerdi.. Herkes seviyordu Metin'i. Bambaşka bir şey bu.. Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!

Ölümünden yıllar sonra, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ilköğretim öğrencileri için bastırılan kitaptaki "Örnek Kişiler" başlığında da yerini alacak, yeni nesile de aktarılacaktı büyüklüğü..Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!


Ve bir Fenerbahçe'li olan ünlü şair Cemal Süreya bile o usta kaleminden Metin'i anlatıyordu:
Şöyle düşündüm: Metin Oktay marjinal planda nerede duruyor? Öyle bir uçta ona
nasıl bakabiliriz? Hemen bir sözcük geliyor aklıma: Adsızlık! Metin Oktay
adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. Hiçbir büyük futbolcu bu
kadar ekip adamı olamaz. Yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı
çıkardığı bir beden zekâsını her an ayağının önünde bulan adam. Reha’nın
kopuşlarını. Bülent’in uzak şut güvencesini. Gündüz’ün yönetsel serinkanlılığını
da bulabilirsiniz onda. Ama, daha önemlisi, bir İsfendiyar’ın, bir Coşkun’un
ikincil katkılarını da dışlamadı. Böylece Galatasaray futbolcusunun portresi
ortaya çıkıyor: Ekip oyunu, ikincilin zaferi… Metin Oktay en büyük oyuncu olarak
ikincildir de. Sanırım başarısının anahtarı burda. Galatasaray gerçekliğinin
başlaması onun dönemine rastlıyor. Metin Oktay’ın bir özelliği de hiç şımarmamış
olması. O rolü yanında oynayan başka futbolculara da bıraktı. Metin’de bütün
büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. Nedir bu
acaba? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? Bütün bunlar birleşmiş onda. Ama aynı
özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. Sanırım asıl niteliği topla
buluşması. İcatçıdır bu konuda. Sevecendir. Şemsiyesini ne mi yaptı?
Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. “Uçan Manda” olarak anılan
Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma
bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiye’nin bugün hâlâ orda olduğu
söylenir.

11 Eylül 2009 Cuma

Rahmet !

Yağmurun sesine bak..

Yağmur.. Azı karar, çoğu zarar..
Rahmet denilirya yağmur için.. Sel felaketinde yitip giden canlara rahmet oldu bu sefer..
Yitip gidenler sadece insanlar da değildi hem.. Bahçeşehir Hayvan Barınağı da sele teslim oldu.
Çok acı. Biçare yavrular kaçamadı. Toplamda, çoğu yavru olmak üzere en az 130 kedi ve köpek öldü.
Acı çekerek, boğularak, can çekişerek telef oldular. Ve kimbilir barınak dışındaki yüzlercesi de..
İstanbul'u izliyorum, gözlerim açık..
Bir yanda barınakta gönüllü hayvan dostları.. Öte yanda yağmacı, şerefsiz, bir dolu kaçık!

8 Eylül 2009 Salı

Kış Masalı

Cast:
Cemal Hünal, Duygu Yetiş, Fırat Çelik, Birce Akalay, Suzan Aksoy, Menderes Samancılar..

Senaryo:
Gül Oğuz, Mahinur Ergun
ATV'de yeni bir dizi başladı.. Kış Masalı..
Bursa'da, Uludağ eteklerinde çekilen dizi, müthiş Bursa görselleri sunuyor.
Sırf Bursa'nın saklı cevherini görmek için bile izlenilmelidir. Aha da tavsiye ettim.

Av !







"Kuş Peşinde"

5 Eylül 2009 Cumartesi

Afyon Hatırası !

Sevgili Zeugma blogunda Cumhuriyet sucuklarını yazınca benim de aklıma Afyon anılarım geldi :) Bekarlık çağlarımda, ata sporumuz güreş ile iştigaldim nacizane..
Türkiye şampiyonası o sene Afyon'daydı. Biz de Bursa kafilesi olarak Afyon'a gittik.
Ben de Bursa kafilesinin ağır siklet güreşçisi, takım kaptanıydım ayıptır söylemesi :p
Ama gel gör ki ağır siklet'in sınırındaydım. 2-3 kg eksiğim var. Tartılara 2, müsabakalara 3 gün var.
Diğer bütün sikletlerdeki güreşçilerde ise kimisinde bir kaç gram, kimisinde bir kaç kg fazlalık var.
Kafile başkanı antrenörümüz kampa aldı tüm takımı. Fazlalığı olanları doğduğuna pişman etti.
Yemek yedirmedi, su içirmedi. Koşturduda koşturdu.. Sabah-akşam antrenmanlarla inletti milleti.

Bana gelince.. Bana farklı muamele yapıldı. 2 gün içinde en az 3 kg almalıydım..
Afyon'un kaymağı, lokumu ve sucuğu meşhurdur. Otel aşçısına benim için verilen menü şöyleydi:
Sabah:
İştah açsın diye aç karnına bir arjantin bardak turşu suyu.
15 dk sonra:
Yarım kangal sucuk, 100 gram peynir, Çay, 300 gram lokum, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Saat 10:30:
1 bardak turşu suyu, 200 gram lokum.
Öğle:
1 bardak turşu suyu, Yarım kangal sucuk, Kola, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Akşam:
1 bardak turşu suyu, Tas kebabı, Pilav, Kola, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Saat 22:30:
Tost, Çay.
+
Antrenman yasak! Otel merdivenleri bile kullanılmayacak, asansör kullanılacak!

Evet, tam 3 gün boyunca aynen bu listeyi uyguladım.. İstisnasız..

Günde 4 bardak turşusuyu, 1 kangal Cumhuriyet sucuğu, 3 porsiyon kaymaklı ekmek kadayıfı.

Şaka gibi, ama değil!

Ve sonuç..
3 günde, tam 4.5 kg aldım. Ağırsiklete hak kazandım.

Ve sonuç..
Aldığım bu kalorileri harcayamadığım için, düz duvara tırmanacak duruma geldim ve önümde rakip bırakmadım ezdim-geçtim tabiri caizse..

Ve sonuç..
Bu 3 gün içinde hiç antrenman yapmadığım için yarı finalde omzum çıktı ve müsabakaya devam edemedim. Antrenmansızlığın cezasını çektim ama Afyon Devlet Hastanesini görmüş oldum..

Ve sonuç..
2000 yılı Greko-romen stil ağırsiklet Türkiye 3.sü olarak ve çıkık omuzla öz yurdum Bursa'ya döndüm.. Kutlamak için İskender kebap yedim. O gün bugündür yiyorum efendim, durduramıyorlar :)

Ve sonuç..
Hâla turşu suyu içemiyorum :)

4 Eylül 2009 Cuma

Portre #6: Yunus Emre


Sözü bilen kişinin, Yüzünü ak ede bir söz..
Sözü pişirip yiyenin, İşini sağ ede bir söz..
Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı..
Söz ola ağulu aşı, Yağ ile bal ede bir söz..

Ağu: Zehir

Ohhh

Gözleri deniz mavisi,
Saçları altın sarısı..
Sanki güneşin yarısı,
Sarışınım, sarışınım..
.
Canım Zevcem ;)

3 Eylül 2009 Perşembe

PuCCa


Blogspot bir din ise, peygamberi PuCCa'dır..
Gülmekten oruç bozacağım neredeyse okurken!
Bu kadar mı güzel yazılır! Daha da tanımam üstüne!

Portre #5: Cemal Süreya


Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum!
Yıkadılar, aldılar götürdüler.. Babamdan ummazdım bunu, kör oldum..
Siz hiç hamama gittiniz mi? Ben gittim lambanın biri söndü, gözümün biri söndü kör oldum..
Tepede bir gökyüzü vardı, yuvarlak.. Şöylelemesine maviydi, kör oldum..
Taşlara gelince hamam taşlarına.. Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi..
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm.. Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü..
Yüzümden hiç ummazdım bunu, kör oldum..
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Pfff


Bu aralar fena kapışık durumlardayız zevcem ile.. 3 gün oldu, uzamazdı bu kadar normalde ama alışmış her defasında benim alttan almamı beklemeye. Almayacağım. Çünkü küsen benim. Hıhh!

Çayımı bile kendim demliyorum yahu. O derece garip haldeyim. 3 gündür televizyon camiasında neler dönmekte bihaberim. Tv odası onun emrinde zira, ben çalışma odamızda tıkılı kaldım. Hayatım oda-koridor-mutfak üçgeninde geçiyor. Şu hayatta tek zevkim maç izlemek, tek keyfim kahve içmek. Beceremediğimden kahve de yapamıyorum, içemiyorum. İçmeyiveririm. Yine de tek adım atmam! Banane lan blog!

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Zafer !

Yorumsuz !


Olacağı buydu işte..
Sen, kaale alıp masaya oturursan, bu densizliğe de şaşırmayacaksın!

PKK silah bırakma şartlarını öne sürmüş:

- Sıradan militana genel af.

- Yönetim kadrosuna 3’üncü bir ülkede belli bir süre iskan imkanı. Ve bu imkanın masraflarının Türkiye tarafından karşılanması.

- Öcalan’a normal cezaevinde kalma hakkı sağlanması, belli bir süre sonra da cezanın ev hapsine çevrilmesi.

Sizi adamdan sayıp masaya oturanın da.. Sizin de.. O masum canlar, iliklerinizden çıkacak!

TRT Şaş !


TRT haberlerini seyrediyordum.. Kürt Açılımı ile alakalı bir haber esnasında şaştım kaldım..
TRT'nin haber spikeri en azılı açılımcıların sözcüsü gibi konuşuyor, yorumluyor, muhalefete giydiriyor!
Resmen hükümet sözcülüğü yapıyor adam.. Bu nedir yahu?! Hiç böylesine denk gelmemiştim..
Tamam TRT devlet kanalı, tamam her hükümet kendi adamını atıyor kurumun başına ama nice hükümetler sırasında nice TRT haberi izlemişliğim vardır, hiç rastlamamıştım bugüne kadar..
Kadrolaşma her hükümet döneminde vardır. Ama bu kadar da göz önünde olmaz ki! Ayıp!

Gelelim "Kürt Açılımı" meselesine..
Öncelikle bu bir balondur.. Demokrasi balonudur.. İçi boştur.. Dolu da olmamalıdır zaten..
Pozitif ayrımcılıktır bir kere.. Adında bile hayır yoktur.. Neyi, kime açıyorsunuz efendiler?!

Gelelim açılımın açılışına..
*Öcalan'a tecrit bitecek..! Yanına 3-5 mahkum gönderilerek.. Pek tabi bunlar da o yolun yolcularından olacak.. Yani Öcalan'a volta arkadaşı gönderilecek.. Sıkıyorsa gönder 80 ülkücülerinden..
Yada gönder bir şehit yakınıı mahkumu.. Hadi kaynaştır-barıştır bakalım :)
*Vatandaşlıktan Çıkarılan Kürtlere İade-i Vatandaşlık..! Yahu adamlar zaten "Bize zorla Türk kimliği veriyorlar, TC yazan, ay-yıldızlı kimlik veriyorlar" diye böğürmüyorlar mı?
*Bölge Vatandaşına Şefkat..! Nasıl yani? Egedekine zulüm mü? Yada şimdiye kadar Egedeki kollanıyordu da GüneyDoğudakilere zulüm mü vardı? Egeli bir çocuğun elinde Apo posteriyle polisin kafasına taş attığı görülmüş mü? Bunun açılımı da, hani, polisi taşlayan çocuğa polisin iki tokat atması ile oluşmuş sözde zulüm mekanizması..
*Kürtçe Engelinin Kaldırılması..! Kürtçe köy isimleri konulabilecekmiş.. Kürtçe isim konulabilecekmiş bebelere.. Kürtçe yayın serbest bırakılacakmış.. TRT-Şeş unutuldu sanırım :)
En acısı da, askeri bölgelerde dağlarda yazan "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" sözleri silinecekmiş..
İncitici oluyormuş zira.. Hasbinallah..!

Açılım açılım dedikleri de bu işte.. Daha da açılmaz.. Zira ne daha da açılacak yerimiz kaldı, ne açtıracak bir ordumuz.. Maksat gündem olsun.. Ama ne gerek var cici görünmeye? Ne gerek var görevini yapan muhalefete "oy peşindeler" giydirmesine? Ne gerek var açılıma?
Laz Açılımı nerede diye sorarlar adama.. Hanimiş Çerkez Açılımı? Peki ya Rum Açılımı?
Bunlar da bizim vatandaşımız değiller mi? Bunlara da bir şey açmamak ayrımcılık olmaz mı?
Bu insanlar birşeyler açtırabilmek için illa ellerine silah alıp masum kanı mı dökmeliler?
Devletimiz sağolsun bize yeter demeleri ceza mı olmalı bu insanlara? Yapsanıza bir kıyakta bunlara? Yada kimseye yapmayın.. Budur, pozitif ayrımcılık dediğim işte!
Ergenekon içeride, Nurgenekon dışarıda..

Hacı Bektaş demiş ki, "Bir olalım, iri olalım, diri olalım"..
Atatürk demiş ki, "Türk demek, Türkçe demektir.. Ne mutlu Türk'üm diyene"..

Bize daha da diyecek söz bırakmamışlar..
Anlayan anlar, anlamayan akar gider..
Blog Widget by LinkWithin