20 Eylül 2009 Pazar
17 Eylül 2009 Perşembe
Kapak !
15 Eylül 2009 Salı
14 Eylül 2009 Pazartesi
Ex ?
Nedendir, biliyor musun;
Her gece rüyama girisin?
Her gece şeytana uyuşum,
Bembeyaz çarşafların üstünde?
Nedendir, biliyor musun?
Seni hala seviyorum, eski karım.
Ama ne kadınsın, biliyor musun?
Eski Karım / Ceyhun Yılmaz
Hala sen varmışsın gibi iki yastıkla yatıyorum..
Kimseye söyleme gidişini, ben söylemedim..
Elimde senin siparişin olmayan torbalarla geliyorum eve..
Ağlaya ağlaya öpüyorum yattığın yastığı yorganı..
Sanki beni az önce yolcu etmişsin gibi çıkıyorum sokaklara..
Üst komşuya hava atarak, bi fiyaka bi görsen..
Ne garip bu insanlar! Bütün mahalle..
Hatta alttaki bakkal bile seni geçen kasım öldü sanıyor..
Ne garip bu insanlar! Hala her sabah bana selam veriliyor..
Sanki, yaşıyormuşum gibi..
Ohh Be !
Marmara Bölgesinde etkili olan sel felaketinde zarar gören hayvanlara Osmangazi Belediyesi sahip çıktı. Selde etkilenen sahipsiz kalan ve yaralanan hayvanlar Türkiye'nin neresinden olursa olsun barınağa gönderilerek tedavileri ücretsiz olarak yapılacak. İmkanları ve teknik donanımı ile Türkiye'nin ilk ve tek barınağı olan Osmangazi Belediyesi Doğal Yaşam Merkezi şimdi de kapılarını sel felaketinde zarar görmüş hayvanlara açtı. Osmangazi Belediyesi Veteriner İşleri Müdür Veklili Dr. Aysu İlman, selden zarar gören sahipsiz kalan ve yaralanan hayvanların kendilerine gönderilmesini istedi. Türkiye'nin en modern tesislerinde hizmet verdiklerini belirten İlman, "Sel felaketinde yuvasız kalan, zarar gören ve bakıma muhtaç durumdaki tüm canlılara kapımız ardına kadar açıktır. Nereden olursa olsun mutlaka ulaşın. Hayvanlar burada kabul edilecek. Ve bakımları sonuna kadar yapılacaktır" diye konuştu.
***
Bursa Hakimiyet Gazetesindeki bu haber en azından yüreklere su serpti.. Yaralanan hayvanlar için de Bursa-Osmangazi Hayvan Barınağı'ndan daha olumlu bir yer daha yoktur Türkiye içinde.. Kalitesi su götürmez bu barınağın.. Hayvan dostları az da olsa nefeslensinler..
Klişe !
Hiç mi bıkmazlar, hiç mi özgünlük aranmaz ya?! Hep aynı "tür"..
Zengin, genç, yakışıklı erkek.. Yanında az soslu bi fakir kız.. Yada zenginken fakir olanı..
30-35 yaşını geçmemiş başrol erkekleri hep holding sahibi, hep ağa.. Öehh..
Eski Yeşilçam filmlerini, garip Sadri Alışık figürlerini özledim..
Hatta yeminle Kemal Sunal filmleri bile daha gerçekçiydi..
Komedi dizilerimizde sıkıntı yok. Absürd olsa da çoğu, özgünlük var..
Ama Romantik/Aşk dizisi dedin mi, illa ki genç-yakışıklı-zengin başrol oyuncusu şart!!
Diye düşünürken...
Serhat Tutumluer sempatimden dolayı izlediğim Kül ve Ateş adlı dizide de aynı mantığı gördüm; 20 yaşında 2 fakir genç arkadaş var..
Biri daha da fakir, diğeri de ortadirek işte.. Sonra bu daha fakir olan genç besleme olduğu evde hırsızlık suçlamasıyla maphushaneye gidiyor. Diğer genç bilinmiyor bu arada..
Sonra bir "15 yıl sonra" yazısı ile karşılaşıyoruz ekranda.. Ve...
Bu fakir genç (Serhat Tutumluer) memleketine bir dönüyor ki vay anam vay..
Kapısında köle adamlar, jeepler falan para gırla.. 300.000 verip eski arkadaşına (Erkan Bektaş) at hediye ediyor. Hediye verdiği arkadaşı da büyümüşte o memleketin en zengini olmuş haa. Gelde kudurma şimdi..
Bre lavuk! Senin anan bunca zaman hizmetçilik yaptı, sen 20 yaşında maphusa gittin, 15 sene sonra 35 yaş olarak bir döndün ki memleketin maaşını verecek durumdasın!
Ya esasoğlana komplo kurup maphusa yollayan diğeri? O da memleketin en zengini olmuş sıfırdan..
Bunların ikisi de 35 yaş, genç, yakışıklı, zengin.. Hem de sıfırdan, 15 yıl içinde.. Sktrn lan ordan!
Biz de genciz, yakışıklıyız, ticaret adamıyız da, peki biz niye 15 senedir holding sahibi olamadık ki?
Hatayı kendimde aramalı, kıvıramadık bu işleri besbelli. (KPSS diye bişey varmış ona çalışılacak)
Son dönem klişelerinden aklımda kalanlar;
Son Bahar / Erkan Petekkaya: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin..
Kül ve Ateş / Serhat Tutumluer ve Erkan Bektaş: Genç, yakışıklı, zengin.. x 2
Kış Masalı / Cemal Hünal: Genç, yakışıklı, toprak zengini, ağa..
Unutulmaz / Serhan Yavaş: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin..
Binbir Gece / Halit Ergenç ve Tardu Flordun: Genç, yakışıklı, holding sahibi zengin.. x 2
Bir de bütün bunların özelliklerinin (genç/yakışıklı/zengin) yanına "ağa" sıfatı alanlar var ki bunların da normal ismi yoktur. Hasan, Hüseyin, Ali, Veli çıkmaz onlardan..
Memleket genelinde %0.001'den fazla kullanılan bir isim kullanılırsa ağalık ayağa düşer.
Zira ağanınkinin üstüne pokh olmaz;
Sıla / Mehmet Akif Alakurt (Boran Ağa)
Asmalı Konak / Özcan Deniz (Seymen Ağa)
Hayır yani kıskandığımdan değil kardeşim! Memleket meselesi olarak görüyorum ben..
Saf yurdum kızları bunları izleyip "hakkaten böyle (genç/yakışıklı/zengin) adamlar da varmıştır, bizim mahalledeki Mehmet'i napayım, işyerindeki memur Ahmet'i gtüme mi sokayım" diye diye evde kalmışlardır, yurdum delikanlıları da böylece duvara tırmanır olmuşlardır..
Zira bu (genç/yakışıklı/zengin) mandavalların dizilerde hiiiçççç zengin kızlarla işleri olmamıştır... Nerede köylü/mahalli/yerel/fakir/besleme kız varsa, hep onlara aşık olmuşlardır..
Yurdum külkedisi kızları da özenmekte, beyaz jeepli prensini beklemekte haklıdır..
Mutlak gelip bulacaktır onu beyaz jeepli prens.. Evde bulamasa, yolda yada semt pazarında üstüne su sıçratmak suretiyle özür dilemekle başlayacaktır aşkları..
Sonuç olarak; başlık paralı eski düzenin daha anlamlı olduğu varsayıyorum..
Başlık parası yüzünden evlenemeyen genç gurbete gider taş taşır para biriktirmeye çalışır, ekonomiye bir katkı sağlardı.. Ama şimdi sayısal lotodan başka umudu kalmadı..
12 Eylül 2009 Cumartesi
Taçsız Kral
Selvi Boylum Al Yazmalım'da betimlenmişti "Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti"
Sevgi.. Aşk.. Sadece iki kişinin birbirine duyduğu hisler midir?
Ota, boka, böceğe, çiçeğe yada bir kuruma, bir ilaha duyulanlar nedir o halde?
13 Eylül 1991'de, bundan tam 18 yıl önce, bir trafik kazasıyla kaybetmiştik aşk adamını..
Metin Oktay'ı..
Tanıyalım mı biraz?
Futbolu seven-sevmeyen birçok ailenin, 1960 ve sonrasında doğmuş erkek çocuklarına "Metin" ismini verme nedenidir Metin Oktay..
"Taraflı-tarafsız herkes tarafından sevilen" diye bir klişe varya hani bugün her ölünün ardından söylenen.. O cümle, Metin Oktay'ın özetiydi işte.. İlk olarak, onun için söylenmişti, onun sayesinde girmişti Türkçeye ve hafızalara..
Ben, O'na yetişemedim, izleyemedim, tanıyamadım canlı olarak. Ama onun anlatıldığı, askerlik anılarından önce onun sohbetinin geçtiği büyükleri tanımıştım. Onun için futbolu sevdim, onun için Galatasaraylı oldum.. Çünkü o, "Bence Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır. Galatasaray'ı işte bunun için tercih eder ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım" demişti..
Demişti de, boşa mı demişti? Hayır!
Dönemin büyük ve meşhur zenginlerinden gümrük komisyoncusu ve Fenerbahçe yöneticisi Müslim Bağcılar, bir düğün davetinde Galatasaray'lı Metin Oktay'a boş bir çek yaprağı uzatarak transfer teklifinde bulunmuştu..
Müslim Bağcılar'ın “Rakamları sen yaz! Sana servetimin yarısını veririm! Yeter ki Fenerbahçede oyna Metin” diyerek uzattığı çek yaprağını “Bizi sevenlere ihânet etmeyelim baba!” diyerek geri çevirmişti Metin Oktay.. İşte o gün "aşk adamı" olmuştu. İşte bu yüzden, günümüzde "Profesyonelliğe karşı, Metin Oktay" pankartları elden ele dolaşır oldu..
Çocukluk aşkı ve eşi olan Oya Hanım İstanbul'a alışamamıştı ve her fırsatta İzmir'e dönmek için baskı yapıyordu Metin'e.. Eşini de boşadı Metin Oktay. İzmirde yaşamak istediği için, kendisini Galatasaray'dan ayırmak isteyen, "Ya Galatasaray, ya ben" diyen karısının son kez "Tercih et Metin: Ya Galatasaray'da kalırsın, yada benimle İzmir'e dönersin!" resti üzerine, çok sevse de terketmişti çocukluk aşkı olan karısını Metin Oktay.. Çünkü onun bir aşkı da Galatasaraydı, Galatasaray taraftarıydı. Aşksız kalmazdı ki o.. Şöyle demişti sonra:
"Eşim ve ailesinin sürekli baskısındaydım.. Hatta İzmirspor'dan çok yüklü bir transfer ücreti alacağımı söylüyorlardı. Daha da komedi bir teklifle karşılaştım 'Galatasaray'ı bırak İzmir'e dön. Biz sana bakarız' diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun! Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam. nasıl bırakırım Galatasaray'ı? Evet eşimi severdim. İzmir'i de eşim kadar severdim. Ama benim bir de sevdiğim, yürekten bağlandığım Galatasaray'ım var. Hava elektriklenmiş ve eşimle tartışmıştık. Yüzüklerimizi atmıştık. Bir basın toplantısı düzenleyerek 'Ben parayı Galatasaray'a tercih etmem' diyor ve Galatasaray'da kalıyordum"
Ölümünden yıllar sonra, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ilköğretim öğrencileri için bastırılan kitaptaki "Örnek Kişiler" başlığında da yerini alacak, yeni nesile de aktarılacaktı büyüklüğü..Taraflı-tarafsız aşk buydu işte!
Şöyle düşündüm: Metin Oktay marjinal planda nerede duruyor? Öyle bir uçta ona
nasıl bakabiliriz? Hemen bir sözcük geliyor aklıma: Adsızlık! Metin Oktay
adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. Hiçbir büyük futbolcu bu
kadar ekip adamı olamaz. Yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı
çıkardığı bir beden zekâsını her an ayağının önünde bulan adam. Reha’nın
kopuşlarını. Bülent’in uzak şut güvencesini. Gündüz’ün yönetsel serinkanlılığını
da bulabilirsiniz onda. Ama, daha önemlisi, bir İsfendiyar’ın, bir Coşkun’un
ikincil katkılarını da dışlamadı. Böylece Galatasaray futbolcusunun portresi
ortaya çıkıyor: Ekip oyunu, ikincilin zaferi… Metin Oktay en büyük oyuncu olarak
ikincildir de. Sanırım başarısının anahtarı burda. Galatasaray gerçekliğinin
başlaması onun dönemine rastlıyor. Metin Oktay’ın bir özelliği de hiç şımarmamış
olması. O rolü yanında oynayan başka futbolculara da bıraktı. Metin’de bütün
büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. Nedir bu
acaba? Teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? Bütün bunlar birleşmiş onda. Ama aynı
özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. Sanırım asıl niteliği topla
buluşması. İcatçıdır bu konuda. Sevecendir. Şemsiyesini ne mi yaptı?
Fenerbahçe’ye attığı çok ünlü bir gol vardır. “Uçan Manda” olarak anılan
Özcan’ın beklediği kalenin ağlarını yırttı. Ayıp olmasın diye ve rakip takıma
bir cemile olarak şemsiyesiyle örttü orayı. Şemsiye’nin bugün hâlâ orda olduğu
söylenir.
11 Eylül 2009 Cuma
Rahmet !
8 Eylül 2009 Salı
Kış Masalı
Cemal Hünal, Duygu Yetiş, Fırat Çelik, Birce Akalay, Suzan Aksoy, Menderes Samancılar..
Senaryo:
Gül Oğuz, Mahinur Ergun
Bursa'da, Uludağ eteklerinde çekilen dizi, müthiş Bursa görselleri sunuyor.
5 Eylül 2009 Cumartesi
Afyon Hatırası !
Türkiye şampiyonası o sene Afyon'daydı. Biz de Bursa kafilesi olarak Afyon'a gittik.
Ben de Bursa kafilesinin ağır siklet güreşçisi, takım kaptanıydım ayıptır söylemesi :p
Ama gel gör ki ağır siklet'in sınırındaydım. 2-3 kg eksiğim var. Tartılara 2, müsabakalara 3 gün var.
Diğer bütün sikletlerdeki güreşçilerde ise kimisinde bir kaç gram, kimisinde bir kaç kg fazlalık var.
Kafile başkanı antrenörümüz kampa aldı tüm takımı. Fazlalığı olanları doğduğuna pişman etti.
Yemek yedirmedi, su içirmedi. Koşturduda koşturdu.. Sabah-akşam antrenmanlarla inletti milleti.
Bana gelince.. Bana farklı muamele yapıldı. 2 gün içinde en az 3 kg almalıydım..
Afyon'un kaymağı, lokumu ve sucuğu meşhurdur. Otel aşçısına benim için verilen menü şöyleydi:
Sabah:
İştah açsın diye aç karnına bir arjantin bardak turşu suyu.
15 dk sonra:
Yarım kangal sucuk, 100 gram peynir, Çay, 300 gram lokum, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Saat 10:30:
1 bardak turşu suyu, 200 gram lokum.
Öğle:
1 bardak turşu suyu, Yarım kangal sucuk, Kola, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Akşam:
1 bardak turşu suyu, Tas kebabı, Pilav, Kola, Kaymaklı ekmek kadayıfı.
Saat 22:30:
Tost, Çay.
+
Antrenman yasak! Otel merdivenleri bile kullanılmayacak, asansör kullanılacak!
Evet, tam 3 gün boyunca aynen bu listeyi uyguladım.. İstisnasız..
Günde 4 bardak turşusuyu, 1 kangal Cumhuriyet sucuğu, 3 porsiyon kaymaklı ekmek kadayıfı.
Şaka gibi, ama değil!
Ve sonuç..3 günde, tam 4.5 kg aldım. Ağırsiklete hak kazandım.
Ve sonuç..
Aldığım bu kalorileri harcayamadığım için, düz duvara tırmanacak duruma geldim ve önümde rakip bırakmadım ezdim-geçtim tabiri caizse..
Ve sonuç..
Bu 3 gün içinde hiç antrenman yapmadığım için yarı finalde omzum çıktı ve müsabakaya devam edemedim. Antrenmansızlığın cezasını çektim ama Afyon Devlet Hastanesini görmüş oldum..
Ve sonuç..
2000 yılı Greko-romen stil ağırsiklet Türkiye 3.sü olarak ve çıkık omuzla öz yurdum Bursa'ya döndüm.. Kutlamak için İskender kebap yedim. O gün bugündür yiyorum efendim, durduramıyorlar :)
Ve sonuç..
Hâla turşu suyu içemiyorum :)